ispat edildi¤i üzere, semavat›n halk ve tesviyesine muk-
tedir olmayan, beflerin simas›ndaki teflahhusu yapamaz.
Demek bütün semavat›n Rabbi olmayan, bir tek insa-
n›n simas›ndaki alâmet-i farika olan nakfl-› simavîyi ya-
pamaz. ‹flte kâinat kadar büyük bir pencere ki; onunla
bak›lsa,
o
ó«/
dÉn
?n
e o
¬ n
d @ l
?«/
c n
h m
Ar
?n
T u
?o
c '
¤n
Y n
ƒo
gn
h m
Ar
?n
T u
?o
c o
?p
dÉn
N *n
G
1
¢p
Vr
Qn
’r
Gn
h p
äGn
ƒ '
ªs
°ùdG
ayetleri büyük harflerle kâinat sahifele-
rinde yaz›l› oldu¤u ak›l gözüyle de görülecek. Öyle ise,
görmeyenin ya akl› yok, ya kalbi yok veya insan suretin-
de bir hayvand›r.
Yirmi Dokuzuncu Pencere
2
/
?p
ór
ªn
ëp
H o
íu
Ñ°n
ùo
j s
’p
G m
Ar
?n
T r
øp
e r
¿p
Gn
h
Bir bahar mevsiminde, garibâne, mütefekkirâne, se-
yahate gidiyordum. Bir tepeci¤in ete¤inden geçerken
parlak bir sar› çiçek nazar›ma iliflti. Eskiden vatan›mda
ve sair memleketlerde gördü¤üm o cins sar› çiçekleri
derhat›r ettirdi. fiöyle bir mana kalbe geldi ki:
Bu çiçek kimin turras› ise, kimin sikkesi ise ve kimin
mührü ise ve kimin nakfl› ise, elbette bütün zemin yüzün-
deki o nevi çiçekler onun mühürleridir, sikkeleridir.
alâmet-i farika:
bir fleyi di¤erle-
rinden ayr› k›lan fley.
ayet:
Kur’ân’›n her bir cümlesi.
befler:
insan, insanl›k.
derhat›r ettirmek:
hat›rlatmak,
hat›ra getirmek.
garibâne:
garip olarak.
hakk›yla:
lây›k›yla.
halk:
yaratma.
ispat:
do¤ruyu delillerle ortaya
koyma, kan›tlama.
kâinat:
bütün âlemler, varl›klar.
mana:
anlam.
muktedir:
gücü yeten.
mütefekkirâne:
tefekkür ederek,
düflünerek.
nak›fl:
iflleme, resim, süs.
nakfl-› simavî:
yüzdeki nak›fl; in-
sanlar›n, Allah taraf›ndan yüzleri-
ne ifllenmifl ve Onun varl›k ve bir-
li¤ine iflaret eden nak›fl.
nazara iliflmek:
dikkatini çek-
mek.
nevi:
tür, çeflit.
Rab:
besleyen, yetifltiren, verdi¤i
nimetlerle yaratt›klar›n› sevk ve
idare eden Allah.
sair:
di¤er.
semavat:
semalar, gökler.
seyahat:
yolculuk.
sikke:
mühür, damga.
sima:
yüz, çehre.
suret:
biçim
tasarruf:
idare etme.
tedbir:
idare etme, çekip çevir-
me.
tesbih:
Allah’› bütün kusur ve
noksan s›fatlardan uzak tutma,
onu flan›na lây›k ifadelerle
anma.
tesviye:
düzleme; güzel ve
düzgün yaratma.
teflahhus:
flah›slanma, bir fle-
kil ve kimlik kazanma.
turra:
mühür, damga.
zemin:
yer.
1.
Allah her fleyin yarat›c›s›d›r. O her fley üzerinde hakk›yla görüp gözeticidir. • Göklerin ve
yerin tedbir ve tasarrufu Ona aittir. (Zümer Suresi: 62-63.)
2.
Hiçbir fley yoktur ki, Onu övüp, Onu tesbih etmesin. (‹sra Suresi: 44.)
1112 | SÖZLER
O
TUZ
Ü
ÇÜNCÜ
S
ÖZ