Demek, ulûhiyet ve rububiyetin en kat’î ve daimî lâz›-
m› vahdet ve infiratt›r. Buna bir bürhan-› bâhir ve flahid-i
kat’î kâinattaki intizam-› ekmel ve insicam-› ecmeldir.
Sinek kanad›ndan tut, tâ semavat kandillerine kadar
öyle bir nizam var ki, ak›l, onun karfl›s›nda hayretinden
ve istihsan›ndan
1
*G n
?n
QÉn
H ,*G n
ABÉ n
°TÉn
e ,$G n
¿Én
ër
Ñ°o
S
der, sec-
de eder. E¤er zerre miktar flerike yer bulunsa idi, müda-
halesi olsa idi,
2
Én
Jn
ón
°ùn
Ø n
d *G s
’p
G l
án
¡p
d
n
G BÉ n
ªp
¡«
p
a n
¿Én
c r
ƒ n
d
ayet-i kerî-
mesinin delâletiyle, nizam bozulacakt›, suret de¤iflecekti,
fesad›n âsâr› görünecekti. Hâlbuki,
p
ør
«n
J s
ôn
c n
ön
ün
Ñ r
dG p
™ p
Lr
QG s
º o
K @ m
Qƒ o
£o
a r
øp
e …'
ôn
J r
?n
g n
ön
ün
Ñ r
dG p
™ p
Lr
QÉn
a
3
l
Ò°/
ùn
M n
ƒo
gn
h Ék
Ä p
°SÉn
N o
ö n
ün
Ñ r
dG n
? r
« n
dp
G r
Öp
?n
?r
æn
j
delâletiyle ve flu ifade ile, nazar-› befler kusuru aramak
için ne kadar çabalasa, hiçbir yerde kusuru bulamayarak,
yorgun olarak menzili olan göze gelip, onu gönderen
münekkit akla diyecek: “Beyhude yoruldum. Kusur yok”
demesiyle gösteriyor ki, nizam ve intizam, gayet mü-
kemmeldir. Demek, intizam-› kâinat vahdaniyetin kat’î
flahididir.
Gel gelelim
hudu s
’ a .
Mütekellimîn demifller ki:
“Âlem mütegayyirdir. Her
mütegayyir hâdistir. Her bir hâdisin bir muhdisi, yani
mucidi var. Öyle ise, bu kâinat›n kadim bir mucidi var.”
Biz de deriz:
Evet kâinat hâdistir. Çünkü görüyoruz;
her as›rda, belki her senede, belki her mevsimde bir
SÖZLER | 1115
O
TUZ
Ü
ÇÜNCÜ
S
ÖZ
y›f.
hudus:
varl›klar›n yok iken sonra-
dan meydana gelmeleri ve bu
hakikatin Allah’›n varl›¤›n›n bir
delili olmas›.
ifade:
söz, anlat›m.
infirat:
tek bafl›na olma.
insicam-› ecmel:
çok güzel düz-
günlük, uyumluluk.
intizam:
düzenlilik.
intizam-› ekmel:
çok mükemmel
düzen.
intizam-› kâinat:
kâinattaki dü-
zen.
istihsan:
güzel bulma, be¤enme.
kadim:
varl›¤›n›n öncesi ve bafl-
lang›c› olmayan.
kâinat:
evren, bütün âlemler,
varl›klar.
kat’î:
kesin.
kusur:
eksiklik, noksan, yanl›fl.
lâz›m:
gerek, gerekli.
menzil:
yer, mekân.
mucit:
yeni bir fley icat eden,
yoktan var eden.
muhdis:
ihdas eden, yeniden ç›-
karan, önceden olmayan bir fleyi
yapan, icat eden, kuran.
mübarek:
feyizli, bereketli.
müdahale:
kar›flma, el atma.
mükemmel:
noksans›z, tam, ek-
siksiz.
münekkit:
elefltiren, elefltirici.
mütegayyir:
de¤iflen.
mütekellimîn:
kelâm âlimleri;
iman esaslar›n› izah ve ispat eden
âlimler.
nazar-› befler:
insan›n bak›fl›.
nizam:
düzen.
noksan:
eksiklik, azl›k.
rububiyet:
rabl›k, Allah’›n her za-
man, her yerde, her yaratt›¤›na
muhtaç oldu¤u fleyleri vermesi,
terbiye ve tedbiri, besleyicilik ve
malikiyet durumu.
secde:
bafl e¤me, bafl› yere koy-
ma; namazda, al›nla beraber bur-
nu yere koyma fleklindeki ibadet
hâli, flekli.
semavat kandilleri:
›fl›k verip
gökyüzünü ayd›nlatan y›ld›zlar ve
gezegenler.
sene:
y›l, on iki ayl›k zaman par-
ças›.
s›fat:
nitelik, vas›f.
suret:
biçim, flekil.
flahid-i kat’î:
kesin flahit.
flahit:
flahit, tan›k.
flerik:
ortak.
ulûhiyet:
ilâhl›k, Allah
vahdaniyet:
Allah’›n birli¤i ve
varl›¤›.
vahdet:
birlik.
zat:
büyüklük ve yücelik sahibi
Allah’›n Zat›.
zerre miktar:
az›c›k, çok az.
âlem:
dünya, kâinat, varl›klar.
âsâr:
eserler.
as›r:
yüzy›l.
ayet-i kerîme:
Kur’ân’›n her
bir cümlesi.
beyhude:
bofl yere, bofluna.
bürhan-› bâhir:
aç›k delil.
daimî:
sürekli.
delâlet:
iflaret, gösterme.
fesat:
bozulma.
fiil:
ifl, davran›fl.
gayet:
çok, son derece.
hâdis:
sonradan olan.
hakir:
küçük, afla¤›, adî.
harap olmak:
y›k›lmak, bo-
zulmak, periflan olmak.
hayret:
hayranl›k.
hor:
k›ymetsiz, de¤ersiz; za-
1.
Allah, zat›nda s›fatlar›nda ve fiillerinde bütün kusur ve noksanlardan uzakt›r. • Allah dile-
mifl ne güzel yaratm›fl! • Allah ne mübarek yaratm›fl!
2.
E¤er göklerde ve yerde Allah’tan baflka ilâhlar olsayd›, ikisi de harap olup giderdi (Enbiya
Suresi: 22.)
3.
Haydi, çevir gözünü: En küçük bir kusur görüyor musun? • Sonra tekrar gözünü çevir. Ku-
sur bulamaz, hor ve hakir sana döner; o göz bitkindir art›k. (Mülk Suresi: 3-4.)