gelip, çıkıp, hiç karışmayarak, bozulmayarak o küçücük
kulaklara girip, o gayet incecik lisanlardan çıktığı; ve o
her zerre ve her parçacık, bu acip vazifeleri görmekle be-
raber, kemal-i serbestiyet ile cezbedarâne hal dili ile ve
mezkûr hakikatin şahadeti ve lisaniyle
(1)
n
ƒo
g s
’p
G n
¬'
dp
G n
B’
ve
(2)
* Gn
ƒo
g r
?o
b
deyip gezer; ve fırtınaların ve şimşek ve berk
ve gökgürültüsü gibi havayı çarpıştırıcı dalgalar içerisin-
de, intizamını ve vazifelerini hiç bozmuyor ve şaşırmıyor;
ve bir iş diğer bir işe mâni olmuyor. Ben aynelyakîn mü-
şahede ettim.
Demek, ya her bir zerre ve her bir parça havada niha-
yetsiz bir hikmet ve nihayetsiz bir kuvveti, kudreti ve
bütün ilmi, iradesi ve nihayetsiz zerrata hâkim-i mutlak
bir hâssaları bulunmak lâzımdır ki, bu işlere medar olabil-
sin. Bu ise, zerreler adedince muhal ve bâtıldır. Hiçbir
şeytan dahi bunu hatıra getiremez. Öyle ise, bu sahife-i
havanın, hakkalyakîn, aynelyakîn, ilmelyakîn derecesin-
de bedahetle, Zat-ı Zülcelâl’in hadsiz gayr-i mütenahî il-
mi ve hikmetle çalıştırdığı kalem-i kudret ve kaderin mü-
tebeddil sayfası ve bir levh-i mahfuzun âlem-i tegayyürde
ve mütebeddil şuunatında bir levh-i mahv, ispat namında
yazar bozar tahtası hükmündedir.
İşte, hava unsurunun yalnız nakl-i asvat vazifesinde,
mezkûr cilve-i Vahdaniyeti ve mezkûr acaibi gösterdiği ve
dalâletin hadsiz muhaliyetini izhar ettiği gibi, unsur-i ha-
vaînin sair ehemmiyetli vazifelerinden biri de elektrik,
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ | 409 |
G
ÜZEL
M
EKTUPLAR
acip:
tuhaf, hayrette bırakan
âlem-i tagayyür:
değişim âle-
mi, her şeyin aynı kalmayıp
devamlı değiştiği âlem, kâinat.
aynelyakîn:
gözle görür dere-
cede inanma; bir şeyi görerek
ve seyrederek bilme.
batıl:
boş ve manasız olan,
gerçeğe uymayan, doğru ve
haklı olmayan
bedahet:
açıklık, aşikâr, ispata
ihtiyaç olmayacak derecede
açıklık
berk:
şimşek
cezbedarâne:
cezbeye tutul-
muş gibi, Allah sevgisi ile ken-
dinden geçerek.
cilve-i Vahdaniyet:
birlik te-
cellisi, Cenab-ı Hakkın birliğinin
varlıklar üzerinde görünmele-
ri.
dalâlet:
Hak ve hakikatten
sapma, doğru yoldan ayrılma,
azma
ehemmiyetli:
önemli
gayr-ı mütenahi:
sonsuz, so-
nu olmayan, nihayetsiz.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz
hakikat:
gerçek, esas
hâkim-i mutlak:
hiç bir şekil-
de hâkimiyetine sınır konul-
mayan tam hüküm sahibi
hakkalyakin:
imanî mesele-
1.
Allah’tan başka hiçbir İlâh yoktur. (Kasas Suresi: 88.)
2.
De ki: O Allah (birdir). (İhlâs Suresi: 1.)
lerin hakikatini tam olarak anlama
hâssa:
bir şeye mahsus olan özel-
lik, nitelik
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek bilgi,
fayda
hükmünde:
değerinde, yerinde
ilmelyakîn:
ilim yoluyla kesin ola-
rak bilme
intizam:
düzenlilik, düzgünlük
izhar:
gösterme, açığa vurma
kader:
Cenab-ı Hakkın ezelî ilmi
ile, kâinatta olmuş ve olacak bü-
tün şeylerin varlık ve yokluğunu,
geçmiş ve geleceğini bilmesi
kalem-i kudret:
kudret kalemi,
Allah’ın güç ve kuvveti ile yarat-
ması
kemal-i serbestiyet:
serbestliğin
son derecesi, tam serbestlik.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar
levh-i mahfuz:
korunmuş levha,
Allah’ın ezelî ilmiyle kâinatta ol-
muş ve olacak şeylerin yazılı oldu-
ğu levha.
levh-i mahv ve ispat:
Cenab-ı Al-
lah’ın yazar, ifade eder, sonra bo-
zar tahtası hükmünde olan işleri
lisan:
dil
mâni:
engel
medar:
sebep, vesile
mezkûr:
zikredilen, adı geçen, anı-
lan.
muhal:
imkansız
muhaliyet:
imkânsızlık, imkânsız
oluş.
müşahede:
bir şeyi gözle görme,
seyretme
mütebeddil:
tebeddül eden, deği-
şen, başka hâle giren
nakl-i asvat:
seslerin taşınması,
nakledilmesi
nam:
ad
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız
sahife-i hava:
hava sayfası.
sâir:
diğer, başka, öteki
şahadet:
şahit olma, şahitlik; açık
alamet, işaret
şuunat:
şuunlar, keyfiyetler, hal-
ler; işler
unsur:
madde, esas, birleşik bir
şeyi meydana getiren elemanlara-
dan her biri
unsur-ı havaî:
havaya ait olan her
bir unsur.
Zat-ı Zülcelâl:
sonsuz büyüklük ve
haşmet sahibi olan zat, Allah.
zerrat:
zerreler, atomlar
zerre:
en küçük parça, molekül,
atom