gibi çıktım ve anladım ki, Kur’ân’ın değil ayetleri, kelime-
leri, belki
nun
’u
o
óo
Ñr
©n
f
gibi bazı hurufları dahi mühim haki-
katlerin nurlu anahtarlarıdır.
Kalb ve hayal, o
nun
-i
o
óo
Ñr
©n
f
’den çıktıktan sonra, akıl
karşılarına çıktı, dedi: “Ben de hisse isterim. Sizin gibi
uçamam. Ayaklarım delildir, hüccettir. Ayn-ı
o
óo
Ñr
©n
f
ve
(1)
o
Ú/
©n
à°r
ùn
f
’de, Ma’bud ve Müstean olan Hâlık’a giden yo-
lu göstermek lâzımdır ki, sizinle gelebileyim.”
O vakit kalbe şöyle geldi ki: De o mütehayyir akla:
Bak,
kâinattaki bütün mevcudata: Zîhayat olsun, camid olsun,
kemal-i itaat ve intizamla vazife suretinde ubudiyetleri var.
Bir kısmı, şuursuz, hissiz oldukları hâlde, gayet şuurkârâ-
ne, intizamperverâne ve ubudiyetkârâne vazife görüyor-
lar. Demek bir Mabud-i Bilhak ve bir Âmir-i Mutlak vardır
ki, bunları ibadete sevk edip istihdam ediyor.
Hem bak, bütün mevcudata, hususan zîhayat olanlara:
Her birinin gayet kesretli ve gayet mütenevvi ihtiyacatı
var ve vücut ve bekasına lâzım pek kesretli, muhtelif
matlûpları var; en küçüğüne elleri ulaşmaz, kudretleri ye-
tişmez. Hâlbuki o hadsiz matlâpları, ummadığı yerden,
vakt-i münasipte, muntazaman onların ellerine veriliyor
ve bilmüşahede görünüyor.
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ | 419 |
G
ÜZEL
M
EKTUPLAR
Amir-i Mutlak:
mutlak âmir
ve emir sahibi olan Allah.
ayet:
Kur’an’ın her bir cümlesi
Bakara:
Kur’ân-ı Kerîm’in 2.
suresi. Medine-i Münevvere’de
nazil olmuştur. 286 ayettir.
beka:
bakîlik, ebedîlik, sonsuz-
luk
bilmüşahede:
görerek, bizzat
şahit olarak
camit:
ruhsuz, cansız madde
delil:
bir davayı ispata yarayan
şey, burhan
Fatiha:
Kur’ân-ı Kerim’in birin-
ci suresi
gayet:
son derece
hadsiz:
sınırsız, sonsuz
hakikat:
gerçek, esas
Hâlık:
yoktan yaratan, her şe-
yi yoktan var eden, yaratıcı;
Allah.
hamd:
Allah’a karşı şükran ve
memnuniyetini onu överek
bildirme
hisse:
pay, nasip
hususan:
bilhassa, özellikle
hüccet:
delil
ihtiyacat:
ihtiyaçlar, lüzumlu
olan şeyler.
iman:
inanç, itikat
intizam:
düzenlilik, düzgünlük
intizamperverâne:
düzen ve
tertip sevenlere yakışır şekil-
de.
istihdam:
bir hizmette kullan-
ma, çalıştırma
1.
Yardım ederiz.
kâinat:
evren; yaratılmış olan şey-
lerin tamamı, bütün âlemler
kemal-i itaat:
itaatin kusursuzlu-
ğu, tam ve mükemmel itaat.
kesretli:
çokluğu olan, çok fazla.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar
levazımat:
lüzumlu maddeler, ih-
tiyaç maddeleri
mabud-ı bilhak:
asıl ibadet edile-
cek, hakkıyla ibadete lâyık olan
Allah.
Mabut:
kendisine ibadet edilen,
tapınılan, kulluk edilen Allah
matlap:
arzu, istek
matlup:
talep edilen, istenilen şey
mevcudat:
mevcutlar, var olan
her şey, mahluklar
muhtelif:
türlü türlü, çeşitli
muntazaman:
düzgün, düzenli ve
devamlı olarak
mühim:
önemli, ehemmiyetli
Müstean:
kendisinden yardım is-
tenen Allah
mütehayyir:
hayrete düşen, şaşı-
ran
mütenevvi:
çeşit çeşit
nur:
aydınlık, parıltı, ışık
nurlu:
ışıklı, parıltılı
Rabb:
besleyen, yetiştiren, verdiği
nimetlerle mahlûkatı ıslah ve ter-
biye eden Allah
sabit:
durağan, değişmeyen; ispat-
lanmış
sevk:
yöneltme
Sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldığı
114 bölümden her biri.
suret:
biçim, şekil, tarz
şuurkârâne:
şuurluca, şuurlu bir
şekilde.
şuursuz:
idraksiz, bilgisiz
ubudiyet:
kulluk
ubudiyetkârâne:
kul olana yakışır
şekilde, kulluğa yakışır tarzda.
vakt-i münasip:
uygun zaman.
vazife:
görev
vücut:
varlık
zîhayat:
hayat sahibi.