mübelliği olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın,
Medine-i Münevvere denilen manevî minberinde,
şahsiyet-i maneviyesi haşmetiyle temessül ederek,
(1)
r
ºo
µs
Hn
Q Gho
óo
Ñr
YG o
¢SÉs
ædG Én
¡t
jn
G BÉ n
j
hitabını, manen herkes gibi ben
de işitip, o üç cemaatte herkes benim gibi
o
óo
Ñr
©n
f n
?És
jp
G
ile mu-
kabele ediyor tahayyül ettim.
(2)
/
¬p
ep
RGn
ƒn
?p
H n
ân
Ñn
K o
Ar
»s
°ûdG n
ân
Ñn
K Gn
Pp
G
kaidesince, şöyle bir hakikat fikre göründü ki:
Madem bütün âlemlerin Rabbi, insanları muhatap itti-
haz edip umum mevcudatla konuşur; ve şu Resul-i Ek-
rem Aleyhissalâtü Vesselâm, o hitab-ı izzeti, nev-i beşe-
re, belki umum zîruha ve zîşuura tebliğ ediyor. Elbette
mazi ve müstakbel, zaman-ı hazır hükmüne geçti; bütün
nev-i beşer bir mecliste, safları muhtelif bir cemaat şek-
linde olarak, o hitap, o suretle onlara ediliyor. O vakit,
her bir âyât-ı Kur’âniye, gayet haşmetli ve vüs’atli bir
makamdan, gayet kesretli ve muhtelif ve ehemmiyetli
muhatabından, nihayetsiz azamet ve celâl sahibi Müte-
kellim-i Ezelî’den ve makam-ı mahbubiyet-i uzma sahibi
tercüman-ı âlişanından aldığı bir kuvvet-i ulviyet, cezalet
ve belâgat içinde, parlak, hem pek parlak bir nur-i i’ca-
zı içinde gördüm. O vakit, değil umum Kur’ân, ya bir su-
re, yahut bir ayet, belki her bir kelimesi birer mu’cize
hükmüne geçti
(3)
p
¿'
Gr
ôo
?r
dGn
h p
¿Én
Á/
’r
G p
Qƒo
f '
¤n
Y !o
ór
ªn
ër
dn
G
dedim; o
ayn-ı hakikat olan hayalden, “
o
óo
Ñr
©n
f
”
nun
’una girdiğim
âlem:
varlık tabakalarından her bi-
ri
aleyhissalâtü vesselâm:
‘salât ve
selam onun üzerine olsun’ anla-
mında Hz. Muhammed’e dua
ayat-ı Kur’âniye:
Kur’ân’ın ayetle-
ri.
ayn-ı hakikat:
hakikatın aslı, ger-
çeğin tâ kendisi.
azamet:
büyüklük
belâgat:
söz ve yazıda sanatlı ve
tesirli ifade; bir şeyde saklı bulu-
nan derin anlam
celâl:
sonsuz büyüklük, haşmet,
ululuk, yücelik
cezalet:
ahenkli, akıcı ve güzel ifa-
de
ehemmiyetli:
önemli
gayet:
son derece
hakikat:
gerçek, esas
haşmet:
ihtişam, heybet, büyük-
lük
hitab-ı izzet:
izzetli ve şerefli hitap
hitap:
söz söyleme, topluluğa ve-
ya birisine karşı konuşma
hükmüne:
yerine, değerine
ittihaz:
edinme, kabul etme
kaide:
kural, esas, düstur
kesretli:
çokluğu olan, çok fazla.
kuvvet-i ulviyet:
ulvî, yüce İlâhî
kuvvet
madem:
...den dolayı, böyle ise
makam:
yer, mevki
makam-ı mahbubiyet-i uzma:
büyük, muazzam sevgi makamı.
manen:
mana bakımından, mana-
ca
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan
mazi:
geçmiş zaman
Medine-i Münevvere:
Nurlu Me-
dine şehri.
mevcudat:
mevcutlar, var olan
her şey, mahluklar
minber:
camide hatibin hutbe
okuduğu merdivenli kürsü.
mu’cize:
benzerini yapmaktan in-
sanların aciz kaldığı şey
muhâtab:
kendisine hitap olunan,
söz söylenilen kimse
muhtelif:
türlü türlü, çeşitli
mukabele:
karşılıklı okuma
mübelliğ:
tebliğ eden, haber ve-
ren, bildiren
müstakbel:
gelecek zaman
Mütekellim-i Ezelî:
ezelden beri
konuşma sıfatına sahip olan Allah.
na’büdü:
biz ibadet ederiz.
nev’i beşer:
insanoğlu, insan-
lar
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız
nur-i i’caz:
mu’cizelik nuru,
aydınlığı.
Rab:
besleyen, yetiştiren, ver-
diği nimetlerle mahlûkatı ıslah
ve terbiye eden Allah
Resul-i Ekrem:
çok cömert,
kerîm olan peygamber, Hz.
Muhammed (asm).
saf:
dizi, sıra
suret:
biçim, şekil, tarz
şahsiyet-i maneviye:
manevî
olarak bir yerde bulunma, hü-
küm sürme.
tahayyül:
hayale getirme, ha-
yalinde canlandırma
tebliğ:
ulaştırmak, bildirmek
temessül:
bir şekil ve surete
girme, cisimlenme
tercüman-ı âlîşan:
şanlı tercü-
man, şan sahibi tercüman.
umum:
bütün
vüs’at:
genişlik
zaman-ı hâzır:
şimdiki zaman.
zîruh:
ruh sahibi, ruhlu, canlı,
hayattar.
zîşuur:
şuurlu, şuur sahibi.
1.
Ey insanlar! Rabbinize ibâdet ediniz. (Bakara Sûresi: 21.)
2.
Birşey sabit olunca, levâzımatıyla sabit olur.
3.
Îman ve Kur’ân nûrundan dolayı Allah’a hamd olsun.
P
ARLAK
F
IKRALAR
| 418 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ