sayfasını mütalâa ederken, bu mücmel hakikati tam vazıh
ve mufassal, aynelyakîn müşahede ettim ve
n
ƒo
g
’nin lâf-
zında, havasında böyle parlak bir bürhan ve bir lem’a-i
vahidiyet bulunduğu gibi, manasında ve işaretinde gayet
nuranî bir cilve-i Ehadiyet ve çok kuvvetli bir hüccet-i tev-
hid ve
n
ƒo
g
zamirinin mutlak ve müphem işareti, hangi zata
bakıyor?” işaretine bir karine-i taayyün, o hüccette
bulunması içindir ki, hem Kur’ân-ı Mu’cizülbeyan, hem
ehl-i zikir, makam-ı tevhidde bu kudsî kelimeyi çok tek-
rar ederler diye ilmelyakîn ile bildim.
Evet, meselâ, bir nokta beyaz kâğıtta, iki üç nokta ko-
nulsa, karıştığı; ve bir adam, muhtelif çok vazifeleri bera-
ber yapmasıyla şaşıracağı; ve bir küçük zîhayata çok yük-
ler yüklenmesiyle, altında ezildiği; ve bir lisan ve bir ku-
lak, aynı anda müteaddit kelimelerin beraber çıkması ve
girmesi intizamını bozup, karışacağı halde, aynelyakîn
gördüm ki,
n
ƒo
g
’nin anahtarı ile ve pusulasıyla fikren
seyahat ettiğim hava unsurunda, her bir parçası, hatta
her bir zerresi içine muhtelif binler noktalar, harfler, ke-
limeler konulduğu veya konulabileceği halde, karışmadı-
ğını ve intizamını bozmadığını; hem, ayrı ayrı pekçok va-
zifeler yaptığı hâlde, hiç şaşırmadan yapıldığını; ve o
parçaya ve zerreye pekçok ağır yükler yüklendiği halde,
hiç zaaf göstermeyerek, geri kalmayarak, intizam ile
taşıdığını; hem binler ayrı ayrı kelime, ayrı ayrı tarzda,
manada o küçücük kulak ve lisanlara kemal-i intizamla
aynelyakîn:
gözle görür derecede
inanma; bir şeyi görerek ve seyre-
derek bilme.
bürhan:
delil, ispat, hüccet
cilve-i Ehadiyet:
Allah’ın birçok sı-
fatıyla her bir varlıkta tecellileriyle
görülebilmesi.
ehl-i zikir:
Allah’ı zikredenler, çok
hatırlayanlar
fikren:
fikir ile, düşünerek, zihnen.
gayet:
son derece
hakikat:
gerçek, esas
hüccet:
delil
hüccet-i tevhid:
tevhid delili, Al-
lah’ın birliğinin delili
ilmelyakîn:
ilim yoluyla kesin ola-
rak bilme
intizam:
düzenlilik, düzgünlük
karine-i taayyün:
belli edici,
ipucu, belirlemeye ve tanıma-
ya yardım eden iz, işaret, delil.
kemal-i intizam:
intizamın
mükemmel oluşu, tam ve ek-
siksiz düzen.
kudsî:
mukaddes, yüce
Kur’ân-ı Mu’cizülbeyan:
açık-
lamalarıyla akılları benzerlerini
yapmaktan aciz bırakan
Kur’an
lem’a-i vahidiyet:
Allah’ın bir-
liğinin parıltısı.
lisan:
dil
makam-ı tevhid:
tevhit ma-
kamı.
meselâ:
örneğin
mufassal:
tafsilâtlı olarak açık-
lanan, uzun uzadıya açıklanıp
anlatılan, ayrıntılı, detaylı.
muhtelif:
türlü türlü, çeşitli
mutlak:
müstakil, yalnız, tek.
mücmel:
kısa ve az sözle ifade
edilmiş, öz, özet
müphem:
belirsiz
müşahede:
bir şeyi gözle gör-
me, seyretme
mütalâa:
bir şeyi etraflıca dü-
şünme, dikkatli okuma
müteaddit:
çeşitli
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak,
münevver
tarz:
biçim, şekil
unsur:
madde, esas, birleşik
bir şeyi meydana getiren ele-
manlaradan her biri
vazıh:
açık, âşikar; kolay anla-
şılır
vazife:
görev
zaaf:
zayıflık, kuvvetsizlik
zat:
kişi, şahıs
zerre:
en küçük parça, mole-
kül, atom
zîhayat:
hayat sahibi.
P
ARLAK
F
IKRALAR
| 408 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ