( o
ó``o
Ñr
©n
f )
Na’büdü Nüktesi
Bu manayı tenvir için, kendi başımdan geçmiş nurlu
bir hâli ve hakikatli bir hayali söylüyorum. Şöyle ki:
Bir vakit
(1)
o
Ú/
©n
à°r
ùn
f n
?És
jp
Gn
h o
óo
Ñr
©n
f n
?És
jp
G
’deki nun-i mütekel-
lim-i maalgayr düşündüm ve mütekellim-i vahde sıygasın-
dan
(2)
o
óo
Ñr
©n
f
sıygasına intikalin sebebini kalbim aradı. Bir-
den, namazdaki cemaatin fazileti ve sırrı, o nun’dan inki-
şaf etti. Gördüm ki, namaz kıldığım o Bayezid Camiinde-
ki cemaatle iştirakimi ve her biri benim bir nevi şefaatçim
hükmüne ve kıraatimde izhar ettiğim hükümlere ve dava-
lara birer şahit ve birer müeyyid gördüm. Nakıs ubudi-
yetimi, o cemaatin büyük ve kesretli ibadatı içinde der-
gâh-ı İlâhiyeye takdime cesaret geldi. Birden, bir perde
daha inkişaf etti. Yani, İstanbul’un bütün mescidleri itti-
sal peyda etti. O şehir, o Bayezid Camii hükmüne geçti.
Birden, onların dualarına ve tasdiklerine manen bir nevi
mazhariyet hissettim. Onda dahi, ru-yi zemin mescidin-
de, Kâbe-i Mükerreme etrafında dairevî saflar içinde ken-
dimi gördüm.
(3)
n
Ú/
ªn
dÉn
©r
dG u
Ün
Q !o
ór
ªn
ër
dn
G
dedim, benim bu
kadar şefaatçilerim var, benim namazda söylediğim her
bir sözü aynen söylüyorlar, tasdik ediyorlar. Madem ha-
yalen bu perde açıldı, Kâbe-i Mükerreme mihrap hükmü-
ne geçti. Ben bu fırsattan istifade ederek, o safları işhad
edip, tahiyyatta getirdiğim
cemaat:
bir imama uyup namaz
kılan Müslümanlar topluluğu
dairevî:
daire şeklinde, daire gibi,
değirmi, dairesel.
dava:
iddia
dergâh-ı İlâhiye:
Cenab-ı Hakkın
dergâhı, kapısı, katı.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz
fazilet:
değer, meziyet, iman ve ir-
fan itibariyle olan yüksek derece
hakikat:
gerçek, esas
hayalen:
hayalî bir şekilde
hükmüne:
yerine, değerine
hüküm:
karar, emir
ibadat:
ibadetler
inkişaf:
ortaya çıkma, keşfolun-
ma; gelişme
intikal:
geçme, yer değiştirme
istifade:
faydalanma, yararlanma
işhat:
şahit gösterme, tanık getir-
me
iştirak:
katılma, ortak olma
ittisal:
birbirine dokunma, yakın-
lık, temas
izhar:
gösterme, açığa vurma
Kâbe-i Mükerreme:
Büyük, yüce,
ulu Kâbe, hürmet ve tazim edilen
Kâbe.
kesretli:
çokluğu olan, çok fazla.
kıraat:
Kur’ân-ı Kerîm’in usûl ve
kaidelerine göre okunması.
madem:
...den dolayı, böyle ise
manen:
mana bakımından, mana-
ca
mazhariyet:
görünme ve tezahür
yeri olma; nail olma, şereflenme
mescit:
namaz kılınacak yer, cami,
ibadet edilecek yer
mihrap:
cami ve mescitlerde kıble
yönünde bulunan ve imamın na-
maz kıldırırken durduğu çoğunluk-
la girintili bölüm
müeyyid:
kuvvetlendiren, sağ-
lamlaştıran
mütekellim-i vahde:
birinci tekil
şahıs
na’büdü:
biz ibadet ederiz.
nakıs:
noksan, eksik
nevî:
çeşit, tür
nûn:
Arap alfabesinin 25. harfidir.
Arap dilinde fiillerin başına getirile-
rek fiili çoğul (biz...) yapar
nûn-i mütekellim-i maalgayr:
konuşan kimseyi de içine alan ve
fiil ifade eden ‘nun’lu ifadeler, keli-
meler
nurlu:
ışıklı, parıltılı
nükte:
ince manalı, ancak dik-
katle anlaşılabilen mana veya
söz
peydâ:
meydana gelme, açığa
çıkma
rûy-i zemin:
yeryüzü.
saf:
camide cemaatin oluştur-
duğu sıra
sır:
gizli hakikat, bir şeyin dik-
kat ve tecrübe ile anlaşılan en
ince yanı
sîga:
kip, fiilin çekiminden
meydana gelen
şefaat:
birinden başkasının
kusurlarının veya suçunun ba-
ğışlanmasını dileme
tahiyyat:
namazın son otu-
ruşlarında okunan et-tehiyya-
tü duası.
takdim:
arz etme, sunma
tasdik:
doğruluğunu kabul et-
me, doğrulama, gerçekliğini
kabul etme
tenvir:
nurlandırma, aydınlat-
ma, ışıklandırma
ubudiyet:
kulluk
1.
Ancak sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz. (Fâtiha Sûresi: 5.)
2.
Sana kulluk ederiz.
3.
Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a
mahsustur. Fâtiha Sûresi: 2.)
P
ARLAK
F
IKRALAR
| 416 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ