Sikke-i Tasdik-i Gaybi - page 415

(1)
p
ìt
ôdGn
h p
án
µp
Ä B '
? n
ªr
dG t
Ün
Q @ p
¢Vr
Qn
’r
Gn
h p
äGn
ƒ'
ª
s
°ùdG t
Ün
Q
’ın Esma-i Hüsnası,
(2)
n
ôn
ªn
?r
dGn
h n
¢ùr
ªs
°ûdG n
ôs
în
°Sn
h@ n
í«/
HÉn
°ün
ªp
H Én
«r
ft
ódG n
ABÉn
ªs
°ùdGÉs
æs
jn
R r
ón
?n
dn
h
burcunda cilveleriyle zuhur ettiler. O mana cihetiyle, ka-
ranlık üstüne çökmüş olan yıldızlar, o envar-ı azîmeden
birer lem’a alıp, yıldızlar adedince elektrik lâmbaları ya-
kılmış gibi, o âlem-i semavat nurlandı. O boş ve hâli te-
vehhüm edilen semavat dahi, melâikelerle, ruhanîlerle
doldu, şenlendi. Sultan-ı Ezel ve Ebed’in hadsiz orduların-
dan bir ordu hükmünde hareket eden güneşler ve yıldız-
lar, bir manevra-i ulvî yapıyorlar tarzında, o Sultan-ı Zül-
celâl’in haşmetini ve şaşaa-i rububiyetini gösteriyorlar gi-
bi gördüm. Bütün kuvvetimle ve mümkün olsaydı bütün
zerratımla ve beni dinleselerdi bütün mahlûkatın lisanla-
rıyla diyecektim; hem umum onların namına dedim:
l
ìÉn
Ñ°r
üp
e Én
¡«/
a m
Iƒ'
µ°r
ûp
ªn
c /
?p
Qƒo
f o
?n
ãn
e ¢p
Vr
Qn
’r
Gn
h p
äGn
ƒ'
ªs
°ùdG o
Qƒo
f *n
G
r
øp
e o
ón
bƒo
j w
…u
Qo
O l
Ön
cr
ƒn
c Én
¡s
fn
Én
c o
án
LÉn
Lt
õdn
G m
án
LÉn
Lo
R »/
a o
ìÉn
Ñ°r
üp
ªr
dn
G
r
ºn
dr
ƒn
dn
h o
Åy
/
°†o
j Én
¡o
àr
jn
R o
OÉn
µn
j m
ás
«p
Hr
ôn
Z n
’n
h m
ás
«p
br
ôn
°T n
’ m
án
fƒo
àr
jn
R m
án
cn
QÉn
Ño
e m
In
ôn
én
°T
(3)
o
ABÉ°n
ûn
j r
øn
e /
?p
Qƒo
æp
d *G …p
ór
¡n
j m
Qƒo
f '
¤n
Y l
Qƒo
f l
QÉn
f o
¬°r
ùn
°ùr
ªn
J
ayetini okudum, döndüm, indim, ayıldım.
(4)
p
¿'
Gr
ôo
?r
dGn
h p
¿Én
Á/
’r
G p
Qƒo
f '
¤n
Y! o
ór
ªn
ër
dn
G
dedim.
Said Nursî
* * *
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ | 415 |
G
ÜZEL
M
EKTUPLAR
âlem-i semavat:
gökler âlemi.
ayet:
Kur’an’ın her bir cümlesi
burç:
cihet:
yön
cilve:
tecelli, görüntü
envâr-ı azîme:
azîm, büyük
nurlar
Esma-yı Hüsna:
Allah’ın adları,
Allah’ın doksan dokuz güzel
ismi.
fânus:
içinde mum yakılan
büyük fener, camlı mahfaza,
1.
Göklerin ve yerin Rabbi. (Duhân Sûresi: 7.) Meleklerin ve rûhanilerin Rabbi)
2.
And olsun ki, Biz en yakın olan göğü kandillerle donattık. Mülk Sûresi: 5.) Ayı ve güneşi
musahhar kılmıştır. (Ra’d Sûresi: 2.)
3.
Allah göklerin ve yerin nûrudur. Onun nûrunun misâli, bir lamba yuvası gibidir ki, onda bir
kandil vardır. Kandil de cam fânus içindedir. Cam fânus ise, inci gibi parlayan bir yıldıza
benzer ki, ne doğuya, ne de batıya ait olmayan mübarek bir ağacın yakıtından tutuşturulur.
Onun yakıtı, kendisine ateş dokunmasa bile ışık verecek kabiliyettedir. (Nur Sûresi: 35)
4.
Îman ve Kur’ân nûrundan dolayı Allah’a hamd olsun.
abajur
hadsiz:
sınırsız, sonsuz
hâlî:
tenha, boş, ıssız
haşmet:
ihtişam, heybet, büyük-
lük
hükmünde:
değerinde, yerinde
kandil:
lamba
lem’a:
parıltı
lisan:
dil
mahlûkat:
yaratıklar, Allah tara-
fından yaratılanlar
manevra-i ulvî:
yüce, yüksek ma-
nevra.
melâike:
melekler
misal:
örnek
mübarek:
feyizli, bereketli, kutlu
mülk:
Kur’ân-ı Kerîm’in 67. suresi.
Mekke’de nazil olmuştur. 30 ayet-
tir.
nam:
ad
nur:
aydınlık, parıltı, ışık
Ra’d:
Kur’ân-ı Kerîm’in 13. suresi.
Medine’de nazil olmuştur. 43 ayet-
tir
ruhanî:
gözle görülmeyen, cismi
olmayan, elle tutulamayan varlık-
lar
semavat:
semalar, gökler
Sultan-ı Ezel ve Ebed:
ezel ve
ebed sultanı; varlığının başlangıcı
ve sonu olmayan kudret ve hâki-
miyet sahibi sultan, Allah.
Sultan-ı Zülcelâl:
sonsuz, haşmet
ve büyüklük sahibi sultan; Allah.
Sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldığı
114 bölümden her biri.
şaşaa-i rububiyet:
Cenab-ı Hakkın
idare ve terbiye ediciliğinin parlak-
lığı; ışık ve parlaklık şaçan İlâhî ida-
re ve terbiye.
tevehhüm:
vehimlenme, yok ola-
nı var zannetmekle ümitsizliğe ve
korkuya düşme
umum:
bütün
zerrat:
zerreler, atomlar
zuhur:
görünme, belli olma, orta-
ya çıkma
1...,405,406,407,408,409,410,411,412,413,414 416,417,418,419,420,421,422,423,424,425,...560
Powered by FlippingBook