Üçüncüsü:
İnsanların en derin ihtiyaçlarına kat’î delil
ve burhanlarla ilmî mahiyette cevap vermesidir. Meselâ,
Vacibü’l-Vücud’un varlığı ve ahiret ve sair iman rükünle-
rini, bir zerrenin lisan-ı hâl ve kàl suretinde tercümanlığı-
nı yaparak ispat etmesi. En meşhur İslâm filozoflarından
İbn-i Sina, Farâbî, İbn-i Rüşd bu mesleklerde bütün mev-
cudatı delil olarak gösterdikleri halde, Risale-i Nur, o ha-
kikatleri aynen bir zerre veya bir çekirdek lisanıyla ispat
ediyor. Eğer Risale-i Nur’un ilmî kudretini şimdi onlara
göstermek mümkün olsaydı, onlar hemen diz çöküp
Risale-i Nur’dan ders alacaklardı.
Dördüncüsü:
Risale-i Nur, insanın senelerce uğraşarak
elde edemeyeceği bilgileri, komprime hülâsalar nev’in-
den kısa bir zamanda temin etmesidir.
Beşincisi:
Risale-i Nur, ilmin esas gayesi olan rıza-i İlâ-
hîyi tahsile sebep olması ve dünya menfaatine ilmi hiçbir
cihetle alet etmeyerek tam manasıyla insaniyete hizmet
gibi en ulvî vazifeyi temsil etmesidir.
Altıncısı:
Risale-i Nur, kuvvetli ve kudsî ve imanî bir te-
fekkür semeresi olup bütün mevcudatın lisan-ı hâl ve kal
suretinde tercümanlığını yapar. Aynı zamanda iman ha-
kikatlerini ilmelyakîn ve aynelyakîn ve hakkalyakîn dere-
celerinde inkişaf ettirir.
Yedincisi:
Risale-i Nur, bütün ilimleri cami oluşudur.
Âdeta ilim iplikleriyle dokunmuş müzeyyen kumaş gibidir.
Ve şimdiye kadar hiçbir ilim erbabı tarafından söylenme-
miş ve her ilme olan en derin vukufunu tebarüz ettiren
âdeta:
sanki
ahiret:
dünya hayatından sonra
başlayıp ebediyen devam edecek
olan ikinci hayat
aynelyakîn:
gözle görür derecede
inanma; bir şeyi görerek ve seyre-
derek bilme
bürhan:
delil, ispat, hüccet
cami:
toplayan, içine alan, kapsa-
yan
cihet:
yön
delil:
bir davayı ispata yarayan
şey, burhan
erbâb:
sahipler, malikler; ehil, layık
filozof:
felsefe ile uğraşan
hakikat:
gerçek, esas
hakkalyakin:
imanî meselelerin
hakikatini tam olarak anlama
hülâsa:
kısaca, özet
ilim:
bilgi, marifet
ilmelyakîn:
ilim yoluyla kesin ola-
rak bilme
ilmî:
ilim ile ilgili, ilme dair
iman:
inanç, itikat
imanî:
imana dair olan, imanla ilgi-
li
inkişaf:
ortaya çıkma, keşfolun-
ma; gelişme
insaniyet:
insanlık, insanlık mahi-
yeti
ispat:
doğruyu delillerle gösterme
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan
komprime:
hap.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar
kudsî:
mukaddes, yüce
lisan:
dil
lisan-ı hâl:
hâl dili, bir şeyin duru-
şu ve görünüşü ile bir mana ifade
etmesi
lisan-ı kal:
söz ile anlatılan mana,
konuşma dili
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası,
niteliği
menfaat:
fayda
meselâ:
örneğin
meslek:
gidiş, tutulan yol, sis-
tem
mevcudat:
mevcutlar, var
olan her şey, mahluklar
müzeyyen:
ziynetlendirilmiş,
süslü
nev:
tür, çeşit
rıza-yı İlâhî:
Allah’ın rızası,
hoşnutluğu
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı
rükn:
esas, kaide, prensip
sâir:
diğer, başka, öteki
semere:
meyve, güzel netice
suret:
biçim, şekil, tarz
tahsil:
elde etme, alma, ka-
zanma
tebarüz:
belli olma, görünme,
bariz hale gelme
tefekkür:
derin düşünme; eş-
yanın hakikatini, yaratıcının
sırlarını kavramak ve ibret al-
mak için zihnen ve kalben dü-
şünme
temîn:
sağlama
temsil:
sembol olma, yerine
hareket etme.
ulvî:
yüksek, yüce
Vacibü’l-Vücut:
varlığı zarurî
ve zatî olan; varlığı başkasının
varlığına bağlı değil, kendin-
den olup ezelî ve ebedî olan
Allah (c.c.)
vazife:
görev
vukuf:
anlama, bilme, haberli
olma
zerre:
en küçük parça, mole-
kül, atom
P
ARLAK
F
IKRALAR
| 402 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ