her şey, her yer derin vecd ve istiğraklarla gaşyolunmuş
bir halde... Her zerrede,
(1)
/
?p
ór
ªn
ëp
H o
íu
Ñn
°ùo
j s
’p
G r
m
Ån
°T r
øp
e r
¿p
Gn
h
sırr-ı Sübhanîsi tecelli ediyor...
Binaenaleyh bilmiyorum, bu mes’ut hâdiseyi şanlı bir
zafer, şahane bir fetih, İlâhî bir kurtuluş cihanşümul bir
bayram diye mi vasıflandırayım? Zira kudsî davanın ka-
zanmış olduğu bu İlâhî zafer, bütün İslâm ve insanlık dün-
yasındaki mücahitlerin azimlerine kuvvet, ruhlarına can,
imanlarına hız ve heyecan vermiştir.
Evet, azim ve imanları, aşk ve emelleri henüz kemale
ermemiş olan birçok Müslümanlar, maalesef acıklı bir ye-
is içinde idiler. Böyle bir zaferin tahakkukunu, hayal ve
muhal görüyorlardı. Fakat bütün feyiz ve nurunu insanlı-
ğı tenvir ve irşat için İlâhî bir güneş halinde Arş-ı Azamın
pürnur ufuklarından inen Kur’ân-ı Kerîm’den alan Nur
neşriyatı, durgun gölleri andıran gönülleri deryalar gibi
coşturmuş, kasvet ve hicran yıllarının ümit ve emellere
vurduğu müthiş zincirleri kırmıştır. O nur kaynağından fış-
kıran o seraba feyiz ve hikmetler saçan eserler, hislerin,
fikirlerin ve bilhassa alevler içinde yanan ruh ve vicdanla-
rın ezelî ve ebedî ihtiyaçlarına cevap verdiği gibi, onları
dalga dalga boğucu karanlıklar muhitinden, ter temiz ve
pırıl pırıl nur ufuklarına çıkarmıştır.
Yıllarca devam eden uzun bir sükût, derin bir gaflet ve
boğucu bir zulmetten sonra İlâhî bir güneş halinde parla-
yan bu kudsî zafer, nur için yol aramakta olan perişan
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ | 429 |
G
ÜZEL
M
EKTUPLAR
Arş-ı Azam:
en büyük arş, Al-
lah’ın katı, Cenab-ı Hakkın
kudret ve saltanatının en bü-
yük dairesi
aşk:
şiddetli sevgi, sevda, gö-
nül verme
azim:
niyetli, kesin kararlı
bilhassa:
özellikle
binaenaleyh:
bundan dolayı,
bunun üzerine
cihanşümul:
dünya çapında,
dünya ölçüsünde
dava:
takip edilen fikir, iddia
derya:
deniz
ebedî:
sonu olmayan, daimî,
sürekli
emel:
şiddet arzu, ümit
ezelî:
ezel ile ilgili, öncesiz,
başlangıçsız
fetih:
zafer, galibiyet
feyiz:
bolluk, bereket, ihsan,
bağış
gaflet:
dikkatsizlik, endişesiz-
lik, Allah’tan uzaklaşıp nefsin
arzularına dalmak
gaşy:
kendinden geçme, ba-
yılma
hâdise:
olay
hicran:
ayrılıktan gelen acı,
ayrılık acısı
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek bil-
gi, fayda
İlâhî:
Allah’la ilgili, Cenab-ı
Hakka dair
iman:
inanç, itikat
irşat:
doğru yolu gösterme,
1.
Hiçbir şey yoktur ki Onu övüp Onu tesbih etmesin. (İsrâ Suresi: 44.)
gafletten uyandırma
istiğrak:
kulun kalbini dünya ile il-
gili şeylerden arındırıp Allah’a bağ-
lanması ve nihayet derecede, ken-
dini bilmeyecek şekilde İlâhî aşk
ve vecd dalgınlığı içinde bulunma-
sı
kasvet:
sıkıntı, iç darlığı, gönül dar-
lığı, gam, keder
kemal:
olgunluk, mükemmellik,
kusursuz, tam ve eksiksiz olma
kudsî:
mukaddes, yüce
kudsî:
mukaddes, yüce
mesut:
saadetli, bahtlı, mutlu
muhal:
imkansız, olması mümkün
olmayan
muhit:
yöre, çevre
mücahit:
cihat eden, savaşan
müthiş:
dehşet veren, ürküten,
dehşetli, korkunç
neşriyat:
yayınlar
nur:
aydınlık, parıltı, ışık
pürnur:
nur dolu, nur içinde, nurlu,
aydınlık
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın temeli
ve sebebi olan manevî varlık
serapa:
baştan ayağa kadar, ön-
den sona, tamamıyla, bütünüyle,
bütün, hep
sırr-ı Sübhanî:
kusur ve noksan-
lardan uzak olan Allah’a ait sır
sükût:
değerden düşme, değerini
yitirme; susma
şahane:
mükemmel, muhteşem
şan:
şöhret, ün; yüksek makam
tahakkuk:
gerçekleşme, meyda-
na gelme, olma
tecelli:
belirme, bilinme, görünme
tenvir:
nurlandırma, aydınlatma,
ışıklandırma
vasf:
bir kimsenin veya şeyin taşı-
dığı hâl, nitelik, hususiyet
vecd:
kendini kaybedercesine İlâ-
hî aşka dalma
vicdan:
insanın içindeki, iyiyi kötü-
den ayırabilen, iyilik etmekten lez-
zet duyan ve kötülükten elem
alan manevî his
yeis:
ümitsizlik
zerre:
en küçük parça, molekül,
atom
zulmet:
karanlık, Allah’ın nurun-
dan mahrum olma hâli