Sikke-i Tasdik-i Gaybi - page 430

beşeriyetin yakın bir gelecekte uyanacağını müjdelemek-
tedir. Çünkü, din ihtiyacı sırf Müslümanların değil,
bil’umum insanların ezelî ve ebedî ihtiyacıdır.
Bugün bedbaht insanlık, din nimetinden mahrum ol-
manın sürekli hicran ve felâketlerini bağrı yanarak çek-
mektedir. Bu acıklı buhranın korkunç neticesidir ki, çey-
rek asır zarfında iki büyük harbe girmiş ve üçüncüsünün
de kapısını çalmak çılgınlığını göstermektedir.
Artık bütün insanları kardeş yaparak yem yeşil cennet-
lerin nurlu ufuklarından esen refah ve saadet, huzur ve
asayiş rüzgârıyla dalgalanan âlem-şümul bir bayrak altın-
da toplayacak olan yegâne kuvvet, İslâm’dır. Zira beşeri-
yetin bugünkü hali, tıpkı İslâm’dan evvelki insan cemiyet-
lerinin acıklı halidir. Bunun için insanlığı o günkü ebedî
felâketten kurtaran İslâm, bugün de kurtarabilir.
Evet, milyonların, milyarların kalbinde asırlardan beri
kanamakta olan o derin yarayı saracak yegâne müşfik el,
İslâm’dır. Her ne kadar ufuklarda zaman zaman bazı uy-
durma ışıklar görülüyorsa da, müstakbel, bütün nur ve fey-
zini güneşlerden değil, bizzat Rabbü’l-Âlemîn’den alan ezelî
ve ebedî yıldızındır. O yıldız, dünyalar durdukça duracak
ve onu söndürmek isteyenleri yerden yere vuracaktır.
Cihankıymet Üstadım,
Malûm-i fazılâneleridir ki, son günlerde mukaddes
davaya hizmet eden bazı tenvir ve irşat hareketleri
doğmuş, fakat maalesef hiçbirisi Risale-i Nur Külliyatının
gördüğü mühim işi görememiş ve ihraz ettiği İlâhî zaferi
âlemşümul:
cihanı saran, bütün
dünyaya yayılan
asayiş:
emniyet, kanun ve nizam
hakimiyetin sağlanması
asr:
yüzyıl
bedbaht:
bahtsız, talihsiz, zavallı
beşeriyet:
beşerîlik, insanlık
bilumum:
bütün, tamamı, hep,
genel olarak
bizzat:
kendisi, şahsen
buhran:
bir işin tehlikeli, karışık bir
hâl alması, bunalım, zor durum,
kriz
cemiyet:
manevî birlik teşkil eden
topluluk
cihankıymet:
dünya değerinde
dava:
takip edilen fikir, iddia
ebedî:
sonu olmayan, daimî, sü-
rekli
evvel:
önce
ezelî:
ezel ile ilgili, öncesiz,
başlangıçsız
felâket:
musibet, büyük dert,
bela
feyiz:
bolluk, bereket, ihsan,
bağış
harp:
savaş
hicran:
ayrılıktan gelen acı,
ayrılık acısı
ihraz:
bir şey kazanma, elde
etme
İlâhî:
Allah’la ilgili, Cenab-ı
Hakka dair
irşat:
doğru yolu gösterme,
gafletten uyandırma
mahrum:
bir şeye sahip ola-
mayan, yoksun
malûm-ı fazılâne:
erdemle bi-
linen, faziletle ortaya çıkarılan
üstün bilgi, faziletli kişiye yakı-
şan bilgi
mukaddes:
takdis edilmiş,
kutsal, aziz, temiz
mühim:
önemli, ehemmiyetli
müstakbel:
gelecek zaman
müşfik:
şefkatli, merhametli,
sevgi ve ilgi gösteren
nimet:
lütuf, ihsan, bağış
nur:
aydınlık, parıltı, ışık
nurlu:
ışıklı, parıltılı
Rabbülâlemîn:
âlemlerin Rab-
bi, bütün âlemleri idare ve ter-
biye eden Allah
refah:
bollukla geçiniş, geçim
kolaylığı, hâli vakti yerinde ol-
ma, sıkıntısız yaşama
Risale-i Nur Külliyatı:
Bediüz-
zaman Said Nursî’nin yüz otuz
parça risaleden oluşan külliya-
saadet:
mutluluk
tenvir:
nurlandırma, aydınlat-
ma, ışıklandırma
yegâne:
biricik, tek, yalnız
zarfında:
süresince
P
ARLAK
F
IKRALAR
| 430 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ
1...,420,421,422,423,424,425,426,427,428,429 431,432,433,434,435,436,437,438,439,440,...560
Powered by FlippingBook