bİRİNCİ NOkta
o zaman, o zemindeki küffarın gayet şedit derecede
inatları tarihen malûm ve meşhur olduğu hâlde, kur’ân-ı
Hakîm’in
(1)
o
ô n
ªn
?r
dG s
?n
°ûr
fG n
h
demesiyle şu vak’ayı umum âle-
me ihbar ettiği hâlde, kur’ân’ı inkâr eden o küffardan hiç-
bir kimse, şu ayetin tekzibine, yani ihbar ettiği şu vakı-
anın inkârına ağız açmamışlar. eğer o zamanda o hâdi-
se, o küffarca kat’î ve vaki bir hâdise olmasa idi, şu sözü
serrişte ederek gayet dehşetli bir tekzibe ve peygamberin
iptal-i davasına hücum göstereceklerdi. Hâlbuki, şu
vak’aya dair siyer ve tarih, o vak’a ile münasebettar küf-
farın adem-i vukuuna dair hiçbir şeyini nakletmemişler-
dir. Yalnız,
(2)
w
ôp
ª n
à° r
ù o
e l
ô r
ëp
°S Gƒ o
dƒo
?n
j n
h
ayetinin beyan ettiği gi-
bi, tarihçe menkul olan şudur ki:
o hâdiseyi gören küffar “sihirdir” demişler ve “Bize si-
hir gösterdi. eğer sair taraflardaki kervan ve kafileler gör-
müşlerse, hakikattir. Yoksa bize sihir etmiş” demişler.
sonra, sabahleyin Yemen ve başka taraflardan gelen ka-
fileler ihbar ettiler ki, “Böyle bir hâdiseyi gördük.” sonra
küffar, Fahr-i Âlem (
AsM
) hakkında, hâşâ, “Yetim-i ebu
talip’in sihri semaya da tesir etti” dediler.
(3)
İkİNCİ NOkta
sa’d-ı taftazanî gibi eazım-ı muhakkikînin ekseri de-
mişler ki: “İnşikak-ı kamer, parmaklarından su akması,
umum bir orduya su içirmesi, camide hutbe okurken
adem-i vuku:
meydana gelme-
me.
âlem:
dünya.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
beyan etmek:
anlatmak, açıkla-
mak, bildirmek.
dair:
alâkalı, ilgili, ait.
eazım-ı muhakkikînin:
gerçeği
inceleyenlerin, araştıranların en
büyükleri.
ekser:
pek çok, çoğunluk.
Fahr-i Âlem:
âlemin kendisiyle
övündüğü Peygamberimiz Hz Mu-
hammed.
gayet:
son derece, çok.
hâdise:
olay.
hakikat:
gerçek, doğru.
hâşâ:
asla, kesinlikle öyle değil.
hutbe:
hatip tarafından minbere
çıkılarak yapılan İlâhî emirleri ha-
tırlatan konuşma ve dualar.
ihbar etmek:
haber vermek, bil-
dirmek, duyurmak.
inkâr:
reddetme, kabul ve tasdik
etmeme, inanmama.
inşikak-ı kamer:
Ayın ikiye bö-
lünmesi, Hz. Peygamberin müş-
riklere karşı göstermiş olduğu ayın
yarılıp ikiye ayrılma mu’cizesi.
iptal-i dava:
davayı iptal etme,
iddiayı çürütme.
kafile:
birlikte yolculuk eden top-
luluk.
kat’î:
kesin, şüphesiz.
kervan:
uzak yerlere yolcu ve ti-
carî eşya taşıyan kafile.
kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve
suresinde sayısız hikmet ve
faydalar bulunan Kur’ân.
küffar:
kâfirler, İslâmiyeti in-
kâr edenler.
malûm:
bilinen.
menkul:
nakledilen, bildirilen,
aktarılan.
meşhur:
herkesin bildiği, şöh-
retli.
münasebettar:
ilgili, alâkalı.
nakletmek:
aktarmak, anlat-
mak, söylemek.
sair:
diğer, başka, öteki.
sema:
gökyüzü, gök.
serrişte:
başa kakmak; ipucu
sihir:
büyü, büyücülük.
siyer:
Peygamberimizin hayat
tarihi; onun hayatının bütün
safhalarını anlatan ve vasıfla-
rını nakleden eserler.
şedit:
şiddetli.
tekzip:
yalanlama.
tesir:
etki.
umum:
bütün, tüm.
vakıa:
hâdise, olay.
vaki:
olmuş, meydana gelmiş.
yetim-i ebu talip:
Ebu Talip’in
yetimi.
zemin:
yer, yeryüzü.
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
| 352 | Mektubat
1.
Ay yarıldı. (Kamer Suresi: 1.)
2.
“Bu kuvvetli bir sihirdir” derler. (Kamer Suresi: 2.)
3.
Tirmizî, Tefsirü'l-Kur'ân: 54; Müsned, 3:165; Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve, 2:268.