Hem sâni-i Âlem’in nihayet cemalde olan kemal-i sa-
natı üzerine enzar-ı dikkati celp etmek, teşhir etmek iste-
mesine mukabil, en yüksek bir seda ile dellâllık eden, yi-
ne bilmüşahede o zattır.
Hem bütün âlemlerin rabbi, kesret tabakatında vah-
daniyeti ilân etmek istemesine mukabil, en azamî bir de-
recede bütün meratib-i tevhidi ilân eden, yine bizzarure
o zattır.
Hem sahib-i Âlem’in nihayet derecede âsârındaki ce-
malin işaretiyle, nihayetsiz hüsnüzatîsini ve cemalinin me-
hasinini ve hüsnünün letaifini âyinelerde mukteza-i haki-
kat ve hikmet olarak görmek ve göstermek istemesine
mukabil, en şaşaalı bir surette âyinedarlık eden ve göste-
ren ve sevip ve başkasına sevdiren, yine bilbedahe o zat-
tır.
Hem şu saray-ı âlemin sânii, gayet harika mu’cizeler
ile ve gayet kıymettar cevahirler ile dolu hazine-i gaybi-
yelerini izhar ve teşhir istemesi ve onlarla kemalâtını ta-
rif etmek ve bildirmek istemesine mukabil, en azamî bir
surette teşhir edici, tavsif edici ve tarif edici, yine bilbe-
dahe o zattır.
Hem şu kâinatın sânii, şu kâinatı enva-ı acayip ve ziy-
netlerle süslendirmek suretinde yapması ve zîşuur mah-
lûkatını seyir ve tenezzüh ve ibret ve tefekkür için ona id-
hal etmesi ve mukteza-i hikmet olarak onlara o âsâr ve
sanayiin manalarını, kıymetlerini ehl-i temaşa ve tefekkü-
re bildirmek istemesine mukabil, en azamî bir surette
Mektubat | 359 |
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
kıymettar:
kıymetli, değerli.
letaif:
incelikler, güzellikler.
mahlûkat:
yaratılmışlar, yaratık-
lar.
mana:
anlam.
mehasin:
hüsünler, güzellikler.
meratib-i tevhid:
tevhidin mer-
tebeleri, Allah’ın bir olduğuna inan-
manın dereceleri.
mu’cize:
peygamberler tarafından
ortaya konulan ve insanların ben-
zerini yapmaktan âciz kaldıkları
şey.
mukabil:
karşılık.
mukteza-i hakikat ve hikmet:
hikmetin ve hakikatin gereği.
mukteza-i hikmet:
hikmetin ge-
reği.
nihayet:
son derece.
Rab:
yaratan, besleyen, büyüten,
verdiği nimetlerle mahlûkatı ıslah
ve terbiye eden Allah.
seda:
ses.
Sahib-i Âlem:
âlemin sahibi olan
Allah.
sanayi:
sanatlar, ustalıklar, hüner-
ler.
Sâni:
her şeyi sanatlı olarak yara-
tan Allah.
Sâni-i Âlem:
bütün âlemi sanatla
yaratan Allah.
saray-ı âlem:
âlem sarayı, dünya
sarayı.
seyir:
gezme, gezinti.
suret:
biçim, şekil, görünüş.
şaşaalı:
parlak, gösterişli.
tabakat:
tabakalar.
tavsif:
vasıflandırma, özelliklerini
anlatma.
tefekkür:
bir mesele hakkında
zihni faaliyet gösterme, düşünme,
fikir üretme.
tenezzüh:
gezinti, rahatlama ve
eğlenme amacıyla yapılan gezin-
ti.
teşhir etmek:
göstermek, sergi-
lemek.
vahdaniyet:
Allah’ın birliği ve var-
lığı.
zat:
kişi, şahıs, fert.
ziynet:
süs.
zîşuur:
şuurlu, şuur sahibi.
âlem:
dünya.
âsâr:
eserler.
âyine:
ayna.
âyinedarlık:
aynalık.
azamî:
en fazla, en çok.
bilbedahe:
apaçık bir şekilde.
bilmüşahede:
bizzat şahit ola-
rak, görüldüğü gibi.
bizzarure:
ister istemez, zo-
runlu olarak.
celp etmek:
çekmek.
cemal:
güzellik.
cevahir:
cevherler.
dellâl:
ilân edici, duyurucu.
ehl-i temaşa ve tefekkür:
ge-
zip görenler, seyredenler ve
düşünenler.
enva-ı acayip:
hayret verici
türler, şaşırtıcı şeylerin çeşit-
leri.
enzar-ı dikkat:
dikkatli bakış-
lar.
gayet:
son derece, çok.
hazine-i gaybiye:
gayp âle-
mindeki İlâhî hazine ve zen-
ginlik.
hüsün:
güzellik.
hüsnüzatî:
zatının güzelliği,
kendisinde olan güzellik.
ibret:
bir olaydan, bir durum-
dan ders alma, ders çıkarma.
idhal etmek:
dahil etmek, içi-
ne almak.
ilân etmek:
açıklamak, her-
kese duyurmak.
izhar:
meydana çıkarma, gös-
terme.
kâinat:
yaratılmış olan şeyle-
rin tamamı, bütün âlemler,
varlıklar.
kemalât:
mükemmellikler.
kemal-i sanat:
sanattaki mü-
kemmellik.
kesret:
çokluk.
kıymet:
değer.