Mektubat - page 367

Hem, binler dua ve münacatlarından yalnız
Cevşenü’l-
Kebir
ile, öyle bir marifet-i rabbaniye ile, öyle bir derece-
de rabbini tavsif ediyor ki, o zamandan beri gelen ehl-i
marifet ve ehl-i velâyet, telâhuk-i efkâr ile beraber, ne o
mertebe-i marifete ve ne de o derece-i tavsife yetişeme-
meleri gösteriyor ki, duada dahi onun misli yoktur.
Risa-
le-iMünacat’
ın başında
Cevşenü’l-Kebir
’in doksan dokuz
fıkrasından bir fıkranın kısacık bir mealinin beyan edildi-
ği yere bakan adam, “Cevşen’in dahi misli yoktur” diye-
cek.
Hem, tebliğ-i risalette ve nâsı hakka davette o derece
metanet ve sebat ve cesaret göstermiş ki, büyük devlet-
ler ve büyük dinler, hatta kavim ve kabilesi ve amcası ona
şiddetli adavet ettikleri hâlde, zerre miktar bir eser-i te-
reddüt, bir telâş, bir korkaklık göstermemesi ve tek ba-
şıyla bütün dünyaya meydan okuması ve başa da çıkar-
ması ve İslâmiyet’i dünyanın başına geçirmesi ispat eder
ki, tebliğ ve davette dahi misli olmamış ve olamaz.
Hem, imanda, öyle fevkalâde bir kuvvet ve harika bir
yakîn ve mu’cizâne bir inkişaf ve cihanı ışıklandıran bir
ulvî itikat taşımış ki, o zamanın hükümranı olan bütün ef-
kârı ve akideleri ve hükemanın hikmetleri ve ruhanî reis-
lerin ilimleri ona muarız ve muhalif ve münkir oldukları
hâlde, onun ne yakînine, ne itikadına, ne itimadına, ne
itminanına hiçbir şüphe, hiçbir tereddüt, hiçbir zaaf, hiç-
bir vesvese vermemesi ve maneviyatta ve meratib-i ima-
niyede terakki eden başta sahabeler bütün ehl-i velâyet,
onun, her vakit mertebe-i imanından feyiz almaları ve
Mektubat | 367 |
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
kabile:
göçebe insanlarda, aynı
soydan sayılan ve bir başa itaat
eden insan topluluğu, aşiret, oy-
mak.
kavim:
akraba, kabile; aralarında
töre, dil ve kültür ortaklığı bulu-
nan boy ve soy bakımından da
birbirine bağlı insan topluluğu.
maneviyat:
dinden, imandan ve
mukaddesattan gelen kuvvet.
marifet-i Rabbaniye:
her şeyin
Rabbi olan Allah’a ait marifet, ilim,
bilgi; yaratan, besleyen, büyüten
varlıkları uyum içinde sevk ve ida-
re eden Allah’ı bilme ve tanıma.
meal:
anlam, mana.
meratib-i imaniye:
imanın mer-
tebeleri, dereceleri.
mertebe-i iman:
iman derecesi,
mertebesi.
mertebe-i marifet:
Allah’ı bilme,
tanıma mertebesi; bilgi ve irfan
derecesi.
metanet:
sağlamlık, dayanıklılık.
misil:
benzer, eş.
muarız:
karşı çıkan, muhalif, zıt.
mu’cizâne:
mu’cizeli bir şekilde.
muhalif:
bir fiil veya düşünceye
karşı gelen, karşı, aykırı.
münacat:
dua etme, yalvarma.
münkir:
inkâr eden, kabul etme-
yen.
nâs:
insanlar.
Rab:
yaratan, besleyen, büyüten,
verdiği nimetlerle mahlûkatı ıslah
ve terbiye eden Allah.
Risale-i Münacat:
Münacat Risa-
lesi. (3. Şua ).
ruhanî:
islâm dışındaki dinlerde
din adamı.
Sahabe:
Peygamberimiz Hz. Mu-
hammed’in mübarek yüzünü gör-
mekle şereflenen ve onun soh-
betlerine katılan mü’min kimse.
sebat:
yerinde durma, kararlılık,
azim.
tavsif:
vasıflandırma, sıfatlarını ve
özelliklerini ortaya koyma, etraflı-
ca tarif etme.
tebliğ:
ulaştırmak, bildirmek.
tebliğ-i risalet:
peygamberliğin
tebliği, ilânı.
telâhuk-i efkâr:
fikirlerin birbiri-
ne eklenmesi.
terakki:
ilerleme, yükselme, ge-
lişme.
ulvî:
yüksek, yüce.
vesvese:
şüphe, kuruntu.
yakîn:
kesin ve şüphesiz olarak
bilme.
zaaf:
zayıflık, kuvvetsizlik.
zerre miktar:
çok çok az, çok kü-
çük.
adavet:
düşmanlık.
akide:
inanç.
beyan:
anlatma, açıklama.
Cevşen:
zırh, Peygamberimiz
Hz Muhammed’e vahiyle ge-
len, Allah’ın isimlerini içine alan
benzersiz bir dua.
Cevşenü’l-kebir:
büyük zırh,
Peygamberimiz Hz Muham-
med’e vahiyle gelen, Allah’ın
isimlerini içine alan benzersiz
bir dua.
cihan:
dünya, kâinat, âlem.
derece-i tavsif:
vasıflandırma,
sıfatlarını ve özelliklerini orta-
ya koyma derecesi.
efkâr:
fikirler, düşünceler, gö-
rüşler.
ehl-i marifet:
Allah’ı bilen, ta-
nıyan ilim ve irfan sahibi kim-
seler.
ehl-i velâyet:
velî olanlar; Al-
lah’ın dostluğunu kazananlar.
eser-i tereddüt:
kararsızlık be-
lirtisi.
fevkalâde:
olağanüstü, nor-
malin üstünde.
feyiz:
ilim, irfan, ilham, bere-
ket.
fıkra:
kısım, bölüm.
hikmet:
yüksek bilgi.
hükema:
filozoflar, âlimler, çok
bilgili kimseler.
hükümran olan:
hâkim olan,
hüküm süren.
iman:
inanma, inanç, itikat.
inkişaf:
açılma, ortaya çıkma,
görülme; gelişme.
ispat:
doğruyu delil göstere-
rek meydana koyma.
itikat:
inanma, inanç.
itimat:
güvenme, bir şeye kal-
ben güvenip dayanma.
itminan:
tam olarak bilme ve
inanma.
1...,357,358,359,360,361,362,363,364,365,366 368,369,370,371,372,373,374,375,376,377,...1086
Powered by FlippingBook