hayatının gayesi, Vacibü’l-Vücud’un vücuduna ve vahde-
tine ve sıfâtına ve esmasına delâlet ve şahadet ve o Vaci-
bü’l-Vücud’u ispat ve ilân ve i’lâm etmektir.
demek, bu kâinatın manevî güneşi ve Hâlık’ımızın en
parlak bürhanı, bu “Habibullah” denilen zattır ki, onun
şahadetini teyit ve tasdik ve imza eden aldanmaz ve al-
datmaz üç büyük icma var.
•
Birincisi
: “eğer perde-i gayp açılsa yakînim ziyadeleş-
meyecek” diyen İmam-ı Ali (
rA
) ve yerde iken Arş-ı Aza-
mı ve İsrafil’in azamet-i heykelini temaşa eden gavs-ı
Azam (
ks
) gibi keskin nazar ve gaypbîn gözleri bulunan
binler aktap ve evliya-i azîmeyi cami ve Âl-i Muhammed
(aleyhissalâtü vesselâm) namıyla şöhretşiar-ı âlem olan ce-
maat-i nuraniyenin icma ile tasdikleridir.
•
İkincisi
: Bedevî bir kavim ve ümmî bir muhitte, ha-
yat-ı içtimaiyeden ve efkâr-ı siyasiyeden hâlî ve kitapsız
ve fetret asrının karanlıklarında bulunan ve pek az bir za-
manda en medenî ve malûmatlı ve hayat-ı içtimaiyede ve
siyasiyede en ileri olan milletlere ve hükûmetlere üstat ve
rehber ve diplomat ve hâkim-i adil olarak şarktan garba
kadar cihanpesendâne idare eden ve “sahabe” namıyla
dünyada namdar olan cemaat-i meşhurenin, ittifak ile,
can ve mallarını, peder ve aşiretlerini feda ettiren bir kuv-
vetli iman ile tasdikleridir.
•
Üçüncüsü
: Her asırda binlerle efradı bulunan ve her
fende dâhiyâne ileri giden ve muhtelif mesleklerde çalışan
ve ümmetinde yetişen hadsiz muhakkik ve mütebahhir
aktap:
kutuplar; belli bir yer veya
memleketteki evliyanın başı olan
en büyük velî.
aleyhissalâtü vesselâm:
salât ve
selâm onun üzerine olsun.
Âl-i Muhammed:
Hz. Muham-
med’in neslinden gelenler.
arş-ı azam:
en büyük arş, Al-
lah’ın kudret ve saltanatının, hâ-
kimiyetinin tecelli ettiği yer.
aşiret:
kabile, göçebe hâlinde ya-
şayan çoğunlukla bir soydan ge-
len insanlar.
azamet-i heykel:
heybetli, büyük
görüntü.
bedevî:
göçebe, çölde yaşayan,
medenî olmayan.
bürhan:
delil.
cami:
toplayan, içine alan, kap-
samlı.
cemaat-i meşhure:
meşhur ve
tanınmış cemaat.
cemaat-i nuraniye:
nuranî, nurlu
cemaat.
cihanpesendâne:
dünyaya mey-
dan okurcasına.
dâhiyâne:
dâhîce, çok zekice.
delâlet:
işaret; delil olma, göster-
me.
diplomat:
siyasette becerikli olan,
siyasetçi.
efkâr-ı siyasiye:
siyasî fikirler, dü-
şünceler.
efrat:
fertler, bireyler.
esma:
isimler, adlar
evliya-i azîme:
büyük velîler.
fen:
deneye ve tecrübeye daya-
nan, ispatla meydana gelmiş ilim-
lere verilen genel ad; sanat, ilim.
fetret:
iki peygamber arasında
peygambersiz geçen zaman. (Hz.
İsa ile Hz. Muhammed arasındaki
devre)
Gavs-ı azam:
en büyük Gavs, ev-
liya; Abdülkadir Geylânî Hazretle-
rinin ünvanı.
gaypbin:
gaybı gören, görünme-
yeni gören.
gaye:
maksat, amaç, hedef.
habibullah:
Allah’ın en sevgili ku-
lu olan Hz. Muhammed.
hâkim-i âdil:
adalet ile iş gören
hâkim, hükmedici.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şeyi
yoktan var eden, yaratıcı; Allah.
hâlî:
uzak, ıssız.
hayat-ı içtimaiye ve siyasiye:
sosyal ve siyasî hayat.
hayat-ı içtimaiye:
toplum hayatı,
sosyal hayat.
icma:
fikir birliği; bir meselede
âlimlerin aynı görüşte olması.
i’lâm:
bildirme, anlatma, haber-
dar etme.
ilân:
açıklama, duyurma.
ittifak:
birleşme, fikir birliği etme.
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
| 372 | Mektubat
malûmatlı:
bilgili.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
muhakkik:
gerçeği araştırıp
bulan, bir şeyin iç yüzünü in-
celeyerek vâkıf olan.
muhtelif:
çeşitli, farklı.
perde-i gayp:
gayp perdesi,
gizli perde; insanların bilme-
yip sadece Allah’ın bildiği gayp
âlemdeki manevî perde.
rehber:
yol gösteren, kılavuz.
Sahabe:
Peygamberimizi gö-
ren ve onun sohbetlerine ka-
tılan mü’min kimse.
sıfât:
sıfatlar, nitelikler, vasıf-
lar.
şark:
doğu.
şahadet:
şahitlik, tanıklık.
şöhretşiar-ı âlem:
şöhreti âle-
me, dünyaya yayılmış, dün-
yaca tanınan.
tasdik:
kabul etme, onayla-
ma.
temaşa etmek:
hayretle ve
dikkatle bakmak, seyretmek.
teyit:
kuvvetlendirme; doğru-
lama, destekleme.
ümmet:
Peygamberimize ina-
nıp yolundan gidenler.
ümmî:
okuma yazması olma-
yan.
üstat:
öğretici, öğretmen.
Vacibü’l-Vücud:
varlığı zarurî
ve zatî olan; varlığı başkasının
varlığına bağlı değil, kendin-
den olup ezelî ve ebedî olan
Allah.
vahdet:
birlik.
vücut:
var oluş, varlık.
yakîn:
kesin ve şüphesiz ola-
rak bilme.
ziyadeleşmek:
artmak, çoğal-
mak.