Mektubat - page 370

sarsılmaz tasdikleri ve kuvvetli imanları, güneşin ziyasına
delâlet eden gündüz gibi bir delildir diye anladı.
Sekizincisi
: Bu kâinat, nasıl ki kendini icat ve idare ve
tertip eden ve tasvir ve takdir ve tedbir ile, bir saray gibi,
bir kitap gibi, bir sergi gibi, bir temaşagâh gibi tasarruf
eden sâniine ve kâtibine ve nakkaşına delâlet eder; öy-
le de, kâinatın hilkatindeki makasıd-ı İlâhiyeyi bilecek ve
bildirecek ve tahavvülâtındaki rabbanî hikmetleri talim
edecek ve vazifedarâne harekâtındaki neticeleri ders ve-
recek ve mahiyetindeki kıymetini ve içindeki mevcudatın
kemalâtını ilân edecek ve o kitab-ı kebirin manalarını ifa-
de edecek bir yüksek dellâl, bir doğru keşşaf, bir muhak-
kik üstat, bir sadık muallim istediği ve iktiza ettiği ve her-
hâlde bulunmasına delâlet ettiği cihetle, elbette bu vazi-
feleri herkesten ziyade yapan bu zatın hakkaniyetine ve
Bu kâinat Hâlıkı’nın en yüksek ve sadık bir memuru ol-
duğuna şahadet ettiğini bildi.
Dokuzuncusu
: Madem bu sanatlı ve hikmetli masnu-
atıyla kendi hünerlerini ve sanatkârlığının kemalâtını teş-
hir etmek; ve bu süslü, ve ziynetli nihayetsiz mahlûkatıy-
la kendini tanıttırmak ve sevdirmek; ve bu lezzetli ve kıy-
metli hesapsız nimetleriyle kendine teşekkür ve hamd et-
tirmek; ve bu şefkatli ve himayetli umumî terbiye ve iaşe
ile, hatta ağızların en ince zevklerini ve iştihaların her
nev’ini tatmin edecek bir surette ihzar edilen rabbanî
it’amlar ve ziyafetlerle kendi rububiyetine karşı minnetta-
râne, müteşekkirâne ve perestişkârâne ibadet ettirmek;
cihet:
yön, yan, taraf.
delâlet etmek:
işaret etmek, de-
lil olmak, göstermek.
delil:
kanıt.
dellâl:
ilân edici; yayıcı.
hakkaniyet:
doğruluk, haktan ve
doğruluktan ayrılmama.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şeyi
yoktan var eden, yaratıcı; Allah.
hamd:
Allah’a karşı olan şükrünü
ve memnuniyetini onu överek bil-
dirme.
harekât:
hareketler.
herhâlde:
tabiî ki, elbette, mutla-
ka, her hâlükârda.
hikmet:
kâinattaki ve yaratılışta-
ki İlâhî gaye.
hilkat:
yaratma, yaratılış.
himayet:
koruma, esirgeme.
hüner:
marifet, bilgililik, ustalık,
maharet.
iaşe:
geçindirme, besleme, yaşat-
ma.
icat:
vücuda getirme, yoktan var
etme.
ifade etmek:
anlatmak, söylemek.
ihzar edilen:
hazırlanan.
iktiza etmek:
gerektirmek.
ilân:
açıklama, duyurma.
iman:
inanma, inanç, itikat.
iştiha:
iştah, açlık, istek.
it’am:
yemek yedirme, doyurma;
yiyecek.
kâtip:
bütün varlıkları bir kitap
yazar gibi mükemmel şekilde ya-
ratan Allah.
kemalât:
mükemmellikler.
keşşaf:
keşfeden, sırları çözen, gizli
manaları ortaya çıkaran.
kıymet:
değer.
kitab-ı kebir:
büyük kitap.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası, ha-
kikati, iç yüzü.
mahlûkat:
yaratılmışlar, Allah ta-
rafından yaratılanlar.
makasıd-ı İlâhiye:
Allah’ın gözet-
tiği yüce maksatlar, gayeler.
masnuat:
sanatla yapılmış şeyler.
minnettarâne:
iyilik yapan birisi-
ne karşı teşekkür duygusu taşı-
yarak.
muallim:
öğretici, öğretmen
muhakkik:
gerçeği araştıran, bir
şeyin iç yüzünü inceleyerek vâkıf
olan.
müteşekkirâne:
teşekkür ederek.
Nakkaş:
her şeyi sanatlı bir şekil-
de nakış nakış işleyen Allah.
nevi:
tür, çeşit.
perestişkârâne:
taparcasına, aşırı
derecede severek.
Rabbanî:
Allah’a ait; her şeyi ya-
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
| 370 | Mektubat
ratan, besleyen, büyüten,
uyum içinde sevk ve idare
eden Allah’la ilgili.
rububiyet:
rablık; Cenab-ı Al-
lah’ın her zaman, her yerde,
her varlığa muhtaç olduğu şey-
leri vermesi onları sevk ve ida-
re etmesi.
sadık:
doğru; sözünde, vaadin-
de, işinde doğru olan.
Sâni:
her şeyi sanatlı olarak
yaratan Allah.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şefkat:
acıyarak ve esirgeye-
rek sevme, içten ve karşılıksız
merhamet.
şahadet:
şahitlik, tanıklık.
tahavvülât:
bir hâlden diğer
hale geçmeler, değişmeler.
takdir:
bir şeyin miktarını ve
şeklini, hayat şeklini belirle-
me, tayin etme.
talim etmek:
öğretmek.
tasarruf etmek:
kullanmak,
idare etmek.
tasdik:
kabul etme, onay.
tasvir:
anlatma, ifade etme;
şekil verme.
tatmin etmek:
doyurmak.
tedbir:
idare etme, çekip çe-
virme.
temaşagâh:
seyir ve gezinti
yeri.
terbiye:
besleme, yetiştirme,
büyütme; sevk ve idare.
tertip:
düzene koyma, düzen-
leme.
teşhir:
gösterme, sergileme.
umumî:
herkesle ilgili, herke-
se ait.
üstat:
öğretici, öğretmen.
vazifedarâne:
görevliymiş gi-
bi, görevli olarak.
ziya:
ışık, aydınlık, parlaklık.
ziyade:
çok, fazla.
1...,360,361,362,363,364,365,366,367,368,369 371,372,373,374,375,376,377,378,379,380,...1086
Powered by FlippingBook