onu en yüksek derecede bulmaları, bilbedahe gösterir ki,
imanı dahi emsalsizdir.
İşte, böyle emsalsiz bir şeriat ve misilsiz bir İslâmiyet ve
harika bir ubudiyet ve fevkalâde bir dua ve cihanpesen-
dâne bir davet ve mu’cizâne bir iman sahibinde, elbette
hiçbir cihetle yalan olamaz ve aldatmaz diye anladı ve aklı
dahi tasdik etti.
Dör dün cü sü
: enbiyaların (aleyhimüsselâm) icmaı,
nasıl ki vücut ve vahdaniyet-i İlâhiyeye gayet kuvvetli bir
delildir; öyle de, bu zatın (
AsM
) doğruluğuna ve risaletine
gayet sağlam bir şahadettir. Çünkü, enbiya aleyhimüsse-
lâmın doğruluklarına ve peygamber olmalarına medar
olan ne kadar kudsî sıfatlar, mu’cizeler ve vazifeler varsa,
o zatta (
AsM
) en ileride olduğu tarihçe musaddaktır. de-
mek onlar, nasıl ki lisan-ı kàl ile tevrat, İncil ve zebur ve
suhuflarında bu zatın (
AsM
) geleceğini haber verip insan-
lara beşaret vermişler –ki kütüb-i mukaddesenin o beşa-
retli işaratından yirmiden fazla ve pek zahir bir kısmı on
dokuzuncu Mektupta güzelce beyan ve ispat edilmiş– öy-
le de, lisan-ı hâlleriyle, yani nübüvvetleriyle ve mu’cizele-
riyle, kendi mesleklerinde ve vazifelerinde en ileri, en mü-
kemmel olan bu zatı tasdik edip davasını imza ediyorlar.
Ve lisan-ı kàl ve icma ile vahdaniyete delâlet ettikleri gi-
bi, lisan-ı hâl ve ittifak ile bu zatın sadıkıyetine şahadet
ediyorlar diye anladı.
Be ş inc i s i
: Bu zatın düsturlarıyla ve terbiyeti ve teba-
iyetiyle ve arkasından gitmeleriyle hakka, hakikate,
aleyhimüsselâm:
Allah’ın selâmı
onların üzerine olsun.
beşaret:
müjde, sevindirici haber.
beyan:
anlatma, açıklama.
bilbedahe:
apaçık bir şekilde.
cihanpesendâne:
dünyaya mey-
dan okurcasına.
cihet:
yan, yön, taraf.
delâlet etme:
delil olma, göster-
me; işaret etme.
delil:
kanıt.
düstur:
kanun, kural, prensip.
emsalsiz:
eşsiz, benzersiz.
enbiya:
nebîler, peygamberler.
fevkalâde:
olağanüstü, normalin
üstünde.
icma:
fikir birliği.
iman:
inanma, inanç, itikat.
İncil:
Hazret-i İsa’ya gönderilmiş
olan İlâhî kitap.
ispat:
doğruyu delil göstererek
meydana koyma.
ittifak:
birleşme, fikir ve söz birli-
ği.
kudsî:
mukaddes, kutsal, kusur-
suz ve yüce.
kütüb-i mukaddese:
kutsal ki-
taplar.
lisan-ı hâl:
hâl dili, bir şeyin duru-
şu ve görünüşü ile bir mana ifade
etmesi.
lisan-ı kàl:
söz ile anlatım, konuş-
ma dili.
medar:
dayanak, sebep, vesile.
meslek:
usul, tarz, tutulan yol.
misilsiz:
benzersiz, eşsiz.
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
| 368 | Mektubat
mu’cizâne:
mu’cizeli bir şekil-
de.
mu’cize:
peygamberler tara-
fından ortaya konulan ve ben-
zerini yapmaktan insanların
âciz kaldıkları şey.
musaddak:
doğrulanmış, ger-
çekliği kabul edilmiş.
nübüvvet:
nebîlik, peygam-
berlik.
risalet:
resullük, peygamber-
lik.
sadıkıyet:
doğruluk, sadakat.
sıfât:
vasıf, nitelik, özellik.
suhuf:
sahifeler, Allah’ın dört
büyük kitabın dışında Cebrail
vasıtasıyla, sahifeler şeklinde
bazı peygamberlerine gönder-
diği İlâhî emirler; bu emirleri
içinde bulunduran sahifeler.
şahadet:
şahitlik, tanıklık.
şeriat:
Allah tarafından pey-
gamber vasıtasıyla bildirilen,
İlâhî emir ve yasaklara daya-
nan hükümlerin hepsi.
tasdik etmek:
doğruluğunu
kabul etmek, onaylamak.
tebaiyet:
tâbi olma, uyma.
terbiye:
eğitim, İslâm esasla-
rına uygun olarak, dünya ve
ahirette mutluluğa lâyık ola-
cak insan yetiştirme.
tevrat:
Hz. Mûsa’ya indirilmiş
olan İlâhî kitap.
ubudiyet:
kulluk.
vahdaniyet:
Allah’ın birliği ve
varlığı.
vahdaniyet-i İlâhiye:
İlâhî bir-
lik, Allah’ın bir, tek olması.
vazife:
görev, iş.
vücut:
var oluş, varlık.
zahir:
görünen, açık.
zat:
kişi, şahıs, fert.
Zebur:
Hz. Davud’a indirilen
mukaddes kitap.