ulemasının cemaat-i uzmasının tevafuk ile ve ilmelyakîn
derecesinde tasdikleridir.
demek, bu zatın vahdaniyete şahadeti, şahsî ve cüz’î
değil; belki, umumî ve küllî ve sarsılmaz ve bütün şeytan-
lar toplansa karşısına hiçbir cihetle çıkamaz bir şahadet-
tir diye hükmetti.
İşte, Asr-ı saadette aklıyla beraber seyahat eden dün-
ya misafiri ve hayat yolcusunun o medrese-i nuraniyeden
aldığı derse kısa bir işaret olarak,
BirinciMakamınOnAl-
tıncıMertebesinde
, böyle,
'
¤n
Y s
?n
O …
p
òs
dG o
ón
Mn
’r
G o
óp
MGn
ƒr
dn
G p
Oƒo
Lo
ƒr
dG o
Öp
LGn
ƒr
dG *G s
’p
G n
¬ '
dp
G n
B’
n
?n
O'
G »
p
æn
H p
´r
ƒn
f o
±n
ôn
°Tn
h p
ºn
dÉn
©r
dG o
ôr
în
a
p
¬p
Jn
ór
Mn
h ?
p
a
p
?p
Oƒo
Lo
h p
܃o
Lo
h
p
ás
jp
ƒr
?o
Yn
h
p
¬ p
Jn
’Én
ªn
c p
In
ôr
ãn
cn
h
p
¬p
æj
p
O p
án
©r
°So
h p
án
ªr
°ûn
Mn
h
p
¬p
f'
Gr
ôo
b p
án
æn
£r
?n
°S p
án
ªn
¶n
©p
H
p
ä '
CÉp
e p
Is
ƒo
?p
H n
øn
gr
ôn
Hn
h n
óp
¡n
°T Gn
òn
cn
h
|}
p
¬p
FB G n
ór
Yn
G p
?j
p
ór
°ün
àp
H »
s
àn
M
p
¬p
bn
Ór
Nn
G
p
±n
’'
G p
Is
ƒo
?p
Hn
h p
án
bs
ón
°üo
Ÿr
G p
án
bu
ón
°üo
Ÿr
G p
äGn
ôp
gÉn
Ñr
dG p
äGn
ôp
gÉs
¶dG p
äGn
õp
ér
©o
Ÿr
G
p
¥Én
Øu
JÉp
Hn
h p
QGn
ƒr
fn
’r
G ip
hn
P
p
¬p
d'
G p
´Én
ªr
Lp
Ép
H p
án
©p
WÉn
?r
dG p
án
©p
WÉ s
°ùdG p
¬p
æj
p
O p
?p
FBÉn
?n
M
p
¬p
às
eo
G »
p
?u
?n
ëo
e p
?o
aGn
ƒn
àp
Hn
h p
QÉn
°ür
Hn
’r
G ip
hn
P
p
¬p
HÉn
ër
°Un
G
(1)
p
In
QGs
ƒs
ædGp
ôp
FBÉ°n
ün
Ñr
dGn
h p
Ú
p
gGn
ôn
Ñr
dG ip
hn
P
denilmiştir.
(2)
?
p
bÉn
Ñr
dG n
ƒo
g»
p
bÉn
Ñr
dn
G
Sa i d Nu r s î
Mektubat | 373 |
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
olduktan sonra da zatıyla var ola-
cak tek varlık; Allah.
basiret:
kalp gözüyle görme, doğ-
ru ve ölçülü görüş.
bürhan:
delil.
cemaat-i uzma:
çok büyük ce-
maat.
cihet:
yan, yön.
cüz’î:
küçük, az; parçaya ait olan.
delâlet etmek:
işaret etmek, de-
lil olmak, göstermek.
ehl-i beyt:
Peygamberimizin evi-
ne mensup ve onun neslinden
olanlar.
Fahr-i Âlem:
âlemin övüncü, âle-
min kendisiyle övündüğü Peygam-
berimiz.
hakaik:
hakikatler, gerçekler.
haşmet-i vüs’at:
genişliğinin hey-
beti, büyüklüğü, azameti.
hükmetmek:
karar vermek.
icma:
fikir birliği.
ilâh:
tanrı, kendine ibadet edilen.
ilmelyakîn:
ilim yoluyla kesin ola-
rak bilmek.
kàtı:
kesin, şüphesiz.
kemalât:
faziletler, mükemmel-
likler; ahlâk ve huy güzellikleri.
kesret:
çokluk, bolluk, fazlalık.
keza:
aynı şekilde.
küllî:
bütüne ait, umumî, büyük.
medrese-i nuraniye:
nur saçan
medrese, nurlu dershane.
mu’cize:
peygamberler tarafından
ortaya konulan benzerini yapmak-
tan insanların âciz kaldığı
olağanüstü hâl.
muhakkikîn-i ümmet:
ümmetin,
Müslümanların hakikatleri araştı-
rıp bulanları.
musaddak:
tasdik edilmiş, doğru-
lanmış, gerçekliği kabul edilmiş.
musaddık:
tasdik eden, gerçekli-
ğini doğrulayan.
mütebahhir:
çok bilgili, derin bil-
gi sahibi.
nazar:
bakış; dikkat.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak.
sâtı:
yükselip meydana çıkan; par-
lak, nur saçan.
şahadet:
şahitlik, tanıklık; işaret.
şeref-i nev-i benîâdem:
insanoğ-
lunun, insan türünün şerefi.
tasdik etme:
onaylama.
tevafuk:
uygun gelme, uygunluk.
ulema:
âlimler, bilginler.
ulviyet:
yücelik, yükseklik.
Vacibü’l-Vücud:
varlığı zarurî ve
zatî olan; varlığı başkasının var-
lığına bağlı değil, kendinden olup
ezelî ve ebedî olan Allah.
vahdaniyet:
Allah’ın birliği.
vahdet:
birlik.
Vahidü’l-ehad:
bir olan ve birliği
her şeyde tecelli eden Allah.
vücub-i vücut:
varlığı gerekli ve
zorunlu olmak, olmaması imkân-
sız olmak.
zahir:
görünen, açık.
1.
Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. O öyle bir Vacibü’l-Vücud ve Vahidü’l-Ehad’dir ki,
Kur’ân’ının azamet-i saltanatı, dininin haşmet-i vüs’ati, kemalâtının kesreti ve hatta düş-
manlarının dahi tasdik ettikleri ahlâkının ulviyeti ile fahr-i âlem ve şeref-i nev-i benîâdem
olan zat (
ASM
), Onun vahdet içindeki vücub-i vücuduna delâlet eder. Ve keza, o zat (
ASM
), za-
hir ve bâhir ve musaddık ve musaddak mu’cizelerinin kuvvetiyle ve dininin satı ve kàtı bin-
ler hakaikının kuvvetiyle ve nurlar sahibi Ehl-i Beytinin icmaıyla ve nazar sahibi Ashabının
ittifakıyla ve nuranî bürhan ve basiret sahibi muhakkikîn-i ümmetinin tevafukuyla, Onun
vahdet içindeki vücub-i vücuduna şahadet edip ispat eder.
2.
Bâkî olan ancak Allah’tır.
ashab:
Sahabeler; Hz. Pey-
gamberi görmüş ve onunla
konuşmuş olan Müslümanlar.
asr-ı Saadet:
mutluluk asrı;
Peygamberimiz Hz. Muham-
med’in peygamber olarak dün-
yada bulunduğu devir.
azamet-i saltanat:
saltanatın,
hâkimiyetin büyüklüğü.
bâhir:
açık, apaçık; parlak.
bâkî:
bütün varlıklar yok olur-
ken yok olmayan ve onlar yok