Ayetü’l-Kübra Risalesinin
Risalet-i Ahmediyeden Bahseden
On Altıncı Mertebesi
Makammünasebetiyleburayailhakedilmiştir.
sonra, o dünya seyyahı kendi aklına dedi ki:
“Madem bu kâinatın mevcudatıyla Malik’imi ve Hâ-
lık’ımı arıyorum; elbette her şeyden evvel bu mevcudatın
en meşhuru ve a’dâsının tasdikiyle dahi en mükemmeli
ve en büyük kumandanı ve en namdar hâkimi ve sözce
en yükseği ve akılca en parlağı ve on dört asrı fazileti ile
ve kur’ân’ı ile ışıklandıran Muhammed-i Arabî Aleyhis-
salâtü Vesselâmı ziyaret etmek ve aradığımı ondan sor-
mak için Asr-ı saadete beraber gitmeliyiz” diyerek, aklıy-
la beraber o asra girdi, gördü ki:
o asır, hakikaten, o zat (
AsM
) ile bir saadet-i beşeriye
asrı olmuş. Çünkü, en bedevî, ve en ümmî bir kavmi, ge-
tirdiği nur vasıtasıyla, kısa bir zamanda dünyaya üstat ve
hâkim eylemiş.
Hem kendi aklına dedi: “Biz, en evvel bu fevkalâde za-
tın (
AsM
) bir derece kıymetini ve sözlerinin hakkaniyetini
ve ihbaratının doğruluğunu bilmeliyiz. sonra Hâlık’ımızı
ondan sormalıyız” diyerek taharriye başladı. Bulduğu had-
siz kat’î delillerden, burada, yalnız dokuz küllîlerine birer
kısa işaret edilecek.
a’dâ:
düşmanlar.
aleyhissalâtü vesselâm:
salât ve
selâm onun üzerine olsun.
asır:
yüzyıl, çağ.
asr-ı Saadet:
mutluluk asrı; Pey-
gamberimiz Hz. Muhammed’in
peygamber olarak dünyada bu-
lunduğu devir.
bahsetmek:
söz etmek, anlatmak.
bedevî:
göçebe, çölde yaşayan,
medenî olmayan.
delil:
bir davayı, meseleyi ispata
yarayan şey.
evvel:
önce.
fazilet:
kişiyi ahlâklı, iyi hareket
etmeye yönelten manevî kuvvet,
erdem; iyi ahlâk, iyi huy.
fevkalâde:
olağanüstü, çok üstün.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikaten:
gerçekten.
hâkim:
hükmeden, amir, idareci.
hakkaniyet:
doğruluk.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şeyi
yoktan var eden, yaratıcı; Allah.
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
| 364 | Mektubat
ihbarat:
haber vermeler, bil-
dirmeler.
ilhak etmek:
ilâve etmek, ek-
lemek.
kâinat:
yaratılmış olan şeyle-
rin tamamı, bütün âlemler,
varlıklar.
kat’î:
kesin.
kavim:
insan topluluğu.
kıymet:
değer.
kumandan:
komutan.
külliyet:
bütünlük, umumîlik,
genellik.
makam:
yer.
Malik:
her şeyin gerçek sahi-
bi olan Allah.
mertebe:
derece, basamak.
meşhur:
tanınmış, herkesin
bildiği, şöhretli, ünlü.
mevcudat:
var olan her şey,
varlıklar.
Muhammed-i arabî:
Arapla-
rın içinden çıkan Peygamberi-
miz Hz. Muhammed.
münasebet:
iki şey arasında-
ki uygunluk; ilgi, alâka.
namdar:
nam sahibi; şan ve
şöhret sahibi.
nur:
ışık, aydınlık.
risalet-i ahmediye:
Peygam-
ber efendimizin peygamberli-
ği.
saadet-i beşeriye:
insanlığın
mutluluğu.
seyyah:
yolcu, gezgin.
taharri:
araştırma.
tasdik:
doğruluğunu kabul et-
me, doğrulama, onaylama.
ümmî:
okuma yazması olma-
yan.
üstat:
öğretici, öğretmen.
vasıta:
aracılık.
zat:
şahıs, kişi, fert.
ziyaret etmek:
görmeye git-
mek.