sırr-ı teklif zayi olacaktı. İşte bu sır içindir ki, hem ani,
hem gece, hem vakt-i gaflet, hem ihtilâf-ı metâli, ve sis
ve bulut gibi sair mevanii perde ederek umum âleme gös-
terilmedi veyahut tarihlere geçirilmedi.
DÖRDÜNCÜ NOkta
Şu hâdise, gece vakti herkes gaflette iken, ani bir su-
rette vuku bulduğundan, etraf-ı âlemde elbette görülme-
yecek. Bazı efrada görünse de, gözüne inanmayacak.
İnandırsa da, elbette böyle mühim bir hâdise, haber-i va-
hit ile tarihlere bâkî bir sermaye olmayacak.
Bazı kitaplarda “kamer iki parça olduktan sonra yere
inmiş” ilâvesi ise, ehl-i tahkik reddetmişlerdir. “Şu mu’ci-
ze-i bâhireyi kıymetten düşürmek niyetiyle, belki bir mü-
nafık ilhak etmiş” demişler.
(1)
Hem meselâ, o vakit cehalet sisiyle muhat İngiltere,
İspanya’da yeni gurup, Amerika’da gündüz, Çin’de,
japonya’da sabah olduğu gibi, başka yerlerde başka es-
bab-ı mâniaya binaen elbette görülmeyecek. Şimdi bu
akılsız muterize bak, diyor ki, “İngiltere, Çin, japon,
Amerika gibi akvamın tarihleri bundan bahsetmiyor; öy-
le ise vuku bulmamış.” Bin nefrin onun gibi Avrupa kâ-
selislerinin başına!
beŞİNCİ NOkta
İnşikak-ı kamer, kendi kendine, bazı esbaba binaen
vuku bulmuş, tesadüfî, tabiî bir hâdise değil ki, adî ve ta-
biî kanunlarına tatbik edilsin. Belki, şems ve kamerin
adî:
alışılmış olan, her zamanki gi-
bi.
akvam:
kavimler, milletler.
âlem:
dünya; insanlar.
ani:
bir anda.
bahsetmek:
bir konu hakkında
söz söylemek.
bâkî:
devamlı, sürekli, kalıcı.
binaen:
-den dolayı, -den ötürü.
cehalet:
cahillik, bilgisizlik.
efrat:
fertler; şahıslar, kişiler.
ehl-i tahkik:
gerçekleri araştıran-
lar, gerçekleri delilleriyle bilen âlim-
ler.
esbap:
sebepler.
esbab-ı mânia:
engel olan sebep-
ler.
etraf-ı âlem:
dünyanın her tarafı.
gaflet:
dalgınlık.
haber-i vahit:
bir tek kişinin ha-
ber vermesi; bir kişi kanalıyla ge-
len haber veya hadis.
hâdise:
olay.
ihtilâf-ı metâli:
ayın doğuşunun
zaman olarak, farklı yerlerde farklı
oluşu.
ilhak etmek:
ilâve etmek, ekle-
mek, katmak.
inşikak-ı kamer:
ayın yarılıp iki-
ye ayrılması; Hz. Muhammed’in
Cenab-ı Hakkın izniyle, bir par-
mak işaretiyle ayı ikiye bölmesi
suretiyle gösterdiği büyük mu’ci-
ze.
kamer:
ay.
kâselis:
çanak yalayıcı, dalkavuk.
kıymet:
değer, itibar.
meselâ:
örnek olarak.
mevani:
mâniler, engeller.
mu’cize-i bâhire:
apaçık mu’ci-
ze.
muhat:
kuşatılmış, etrafı çev-
rilmiş.
muteriz:
itiraz eden, karşı çı-
kan.
mühim:
önemli.
münafık:
kalbinde küfrü giz-
lediği hâlde Müslüman görü-
nen, kâfirliğini gizleyerek Müs-
lüman gibi davranan.
nefrin:
nefret; lânet.
niyet:
maksat, gaye, amaç.
sair:
diğer, başka, öteki.
sermaye:
bilgi.
sır:
gizli tutulan şey; İlâhî hik-
met, sebep.
sırr-ı teklif:
teklif sırrı, insan-
ların dünyaya gelip Allah ta-
rafından kullukla vazifelendi-
rilmelerinin sırrı.
suret:
şekil, biçim, tarz.
şems:
güneş.
tabiî:
tabiat gereği, doğal.
tabiî kanunlar:
tabiatla ilgili,
tabiatta geçerli olan kanun-
lar.
tatbik etmek:
uygulamak.
tesadüfî:
rastgele.
umum:
bütün, tüm.
vakt-i gaflet:
gaflet anı, uyku
vakti.
vuku bulmak:
meydana gel-
mek, ortaya çıkmak, olmak.
zayi olmak:
kaybolmak.
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
| 354 | Mektubat
1.
Aliyyü'l-Karî, Esrarü'l-Merfua, s. 398.