Mektubat - page 351

Şakk-ı Kamer Mu’cizesine Dairdir
(On Dokuzuncu ve Otuz Birinci Sözlerin Zeyli)
W
Gƒ o
°V p
ô r
© o
j k
á n
j'
G G r
h n
ô n
j r
¿ p
Gn
h@ o
ô n
ªn
?r
dG s
?n
°ûr
fG n
h o
án
YÉ s
°ùdG p
ân
H n
ô n
àr
b p
G
(1)
w
ô p
ª n
à° r
ù o
e l
ô r
ë p
°S Gƒ o
dƒ o
?n
j n
h
kamer gibi parlak bir mu’cize-i Ahmediye (
AsM
) olan
inşikak-ı kameri, evham-ı faside ile inhisafa uğratmak is-
teyen feylesoflar ve onların muhakemesiz mukallitleri di-
yorlar ki:
“eğer inşikak-ı kamer vuku bulsa idi, umum âleme ma-
lûm olurdu; bütün tarih-i beşerin nakletmesi lâzım gelir-
di.”
E l ce vap
: İnşikak-ı kamer, dava-i nübüvvete delil ol-
mak için, o davayı işiten ve inkâr eden hazır bir cemaate,
gecede, vakt-i gaflette, ani olarak gösterildiğinden, hem
ihtilâf-ı metâli ve sis ve bulut gibi rü’yete mâni esbabın
vücudu ile beraber, o zamanda medeniyet taammüm et-
mediğinden ve hususî kaldığından ve tarassudat-ı semavi-
ye pek az olduğundan, bütün etraf-ı âlemde görülmek,
umum tarihlere geçmek, elbette lâzım değildir. Şakk-ı ka-
mer yüzünden bu evham bulutlarını dağıtacak çok nokta-
lardan, şimdilik Beş noktayı dinle.
Mektubat | 351 |
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
lığın bozulup dağılması, kâinatın
ölümü.
lâzım:
gerekli.
malûm:
bilinen.
mâni:
engel.
medeniyet:
bir topluluğun hayat
tarzı, bilgi seviyesi, sanat gücü,
maddî ve manevî varlığı ile ilgili
özelliklerin tamamı.
mu’cize:
Peygamberler tarafından
ortaya konulan ve insanların ben-
zerini yapmaktan âciz kaldığı hâl,
durum.
mu’cize-i ahmediye:
Hz. Muham-
med’in mu’cizesi.
muhakeme:
düşünme, akıl yü-
rütme, değerlendirme.
mukallit:
taklitçi, taklit eden.
nakletmek:
aktarma, anlatmak.
Rahîm:
sonsuz şefkat ve merha-
met sahibi Allah.
Rahman:
ister mü’min, ister kâfir;
ister iyi isterse kötü olsun; rah-
meti bütün herkese yayılan ve
bütün yaratılmışların rızıklarını ve
geçim şekillerini içine alan rah-
metin sahibi Allah.
rü’yet:
görme, görüş.
sihir:
büyü, büyücülük.
şakk-ı kamer:
ayın ikiye bölün-
mesi; Hz Muhammed’in Allah’ın
izniyle ayı bir parmak işaretiyle
ikiye bölmesi.
taammüm:
umumîleşme, yaygın-
laşma.
tarassudat-ı semaviye:
gökyüzü
ile ilgili gözlem.
tarih-i beşer:
insanlığın geçmişi,
insanlık tarihi.
umum:
bütün, tüm.
vakt-i gaflet:
gaflet anı; uyku vak-
ti.
vuku bulma:
olma, meydana gel-
me.
zeyil:
ek, ilâve.
âlem:
dünya; insanlar.
anî:
bir anda, o anda.
cemaat:
topluluk.
dair:
alâkalı, ilgili, ait.
dava:
takip edilen fikir, iddia.
dava-i nübüvvet:
Peygamber-
lik dava etmek, Peygamber
olduğunu ilân etmek.
esbap:
sebepler.
etraf-ı âlem:
dünyanın her ta-
rafı.
evham:
vehimler, şüpheler,
esassız şeyler, kuruntular.
evham-ı faside:
asılsız, boş
kuruntular.
feylesof:
felsefe ile uğraşan,
filozof.
hususî:
bir yere has olan, özel.
ihtilâf-ı metâli:
ayın doğuşu-
nun zaman olarak, farklı yer-
lerde farklı oluşu.
inhisafa uğratmak:
gözden
düşürmek; söndürmek.
inkâr etmek:
kabul ve tasdik
etmemek, inanmamak.
inşikak-ı kamer:
ayın yarılıp
ikiye ayrılması; Hz. Muham-
med’in Cenab-ı Hakkın izniy-
le, bir parmak işaretiyle ayı
ikiye bölmesi suretiyle gös-
terdiği büyük mu’cize.
kamer:
ay.
kıyamet:
dünyanın sonu, var-
1.
Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. • Kıyamet yaklaştı, ay yarıldı. • Onlar bir mu’cize
görseler yüz çevirir ve “Bu kuvvetli bir sihirdir” derler. (Kamer Suresi: 1-2.)
1...,341,342,343,344,345,346,347,348,349,350 352,353,354,355,356,357,358,359,360,361,...1086
Powered by FlippingBook