Bak, dinle: saadet-i ebediye istiyor, beka istiyor, lika
istiyor, cennet istiyor. Hem, merâyâ-i mevcudatta ahkâ-
mını ve cemallerini gösteren bütün esma-i kudsiye-i İlâhi-
ye ile beraber istiyor. Hatta, eğer rahmet, inayet, hikmet,
adalet gibi, hesapsız o matlûbun esbab-ı mucibesi olma-
saydı, şu zatın tek duası, baharımızın icadı kadar kudreti-
ne hafif gelen şu cennetin binasına sebebiyet verecekti.
evet, nasıl ki onun risaleti şu dâr-ı imtihanın açılması-
na sebebiyet verdi; öyle de, onun ubudiyeti dahi öteki dâ-
rın açılmasına sebeptir. Acaba ehl-i akıl ve tahkike
(1)
n
¿É n
c
É s
ªp
e o
´n
ó r
Hn
G p
¿É n
µ
r
ep
’r
G?p
a ¢ n
ù r
«n
d
dediren şu meşhut inti-
zam-ı faik, şu rahmet içinde kusursuz hüsnüsanat ve mi-
silsiz cemal-i rububiyet, hiç böyle bir çirkinliği, böyle bir
merhametsizliği, böyle bir intizamsızlığı kabul eder mi ki,
en cüz’î, en ehemmiyetsiz arzuları, sesleri ehemmiyetle
işitip ifa etsin, en ehemmiyetli, en lüzumlu arzuları ehem-
miyetsiz görüp işitmesin, anlamasın, yapmasın? Hâşâ ve
kellâ, yüz bin defa hâşâ! Böyle bir cemal, böyle bir çir-
kinliği kabul etmez, çirkin olmaz.
Yahu, ey hayalî arkadaşım! Şimdilik kâfidir, geri gitme-
liyiz. Yoksa yüz sene şu zamanda, şu cezirede kalsak, yi-
ne o zatın garaib-i icraatını ve acaib-i vezaifini, yüzden bi-
risine, tamamen ihata edip, temaşasında doyamayız.
Şimdi, gel, üstünde döneceğimiz her asra birer birer ba-
kacağız. Bak, nasıl her asır, o şems-i hidayetten aldıkları
feyiz ile çiçek açmışlar; ebu Hanife, Şafiî, Bayezid-i Bis-
tamî, Şah-ı geylânî, Şah-ı nakşibend, İmam-ı gazalî,
Mektubat | 343 |
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
hâşâ:
asla, hiçbir vakit.
hikmet:
her şeyin belirli gayelere
yönelik, faydalı, anlamlı ve yerli
yerinde olması.
hüsnüsanat:
sanat güzelliği.
icat:
vücuda getirme, yoktan var
etme.
ifa etmek:
yerine getirmek.
ihata etmek:
kuşatmak; mükem-
mel bir şekilde anlamak, kavra-
mak.
imkân:
olabilecek hâlde bulun-
ma, mümkün olma, olabilirlik.
inayet:
yardım.
intizam:
düzen.
intizam-ı faik:
üstün düzen, dü-
zenlilik.
kâfi:
yeterli.
kellâ:
hiç bir zaman, asla, kesin-
likle.
kudret:
Allah’ın bütün varlığı çev-
releyen ezelî ve sonsuz kuvveti.
lika:
Allah’ı görme ve kavuşma.
lüzumlu:
gerekli.
matlûp:
talep edilen, istenilen şey.
merâyâ-i mevcudat:
varlıklar ay-
nası.
merhamet:
acıma, şefkat göster-
me, koruma, iyilik etme, muhtaç-
lara yardımda bulunma, koruma.
meşhut:
görünen.
misilsiz:
benzersiz, eşsiz.
mükemmel:
tamamlanmış, tam,
noksansız, eksiksiz.
rahmet:
Allah’ın kullarını koruma-
sı, onlara acıyıp bağışlaması, on-
lara maddî ve manevî nimetler
vermesi, onların günahlarını sil-
mesi.
risalet:
resullük, peygamberlik.
saadet-i ebediye:
sonsuz mutlu-
luk.
sebebiyet vermek:
sebep olmak,
gerektirmek.
şems-i hidayet:
hidayet güneşi.
temaşa:
bakma, bakıp seyretme.
ubudiyet:
kulluk.
zat:
kişi, şahıs, fert.
acaib-i vezaif:
hayret verici,
şaşırtıcı vazifeler.
adalet:
her hak sahibine hak-
kının tam ve eksiksiz verilme-
si.
ahkâm:
hükümler, emirler.
arzu:
istek.
asır:
yüzyıl, çağ.
beka:
ebedîlik, sonsuzluk, de-
vamlılık.
cemal:
güzellik.
cemal-i rububiyet:
Allah’ın
rablığına has olarak bütün
mahlûkatı besleme, büyütme
ve terbiye etmesindeki güzel-
lik.
cezire:
ada, yarımada.
cüz’î:
küçük, kıymetsiz.
dâr:
yer.
dâr-ı imtihan:
imtihan yeri.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ehemmiyet:
önem.
ehl-i akıl ve tahkik:
akıl sa-
hipleri ve gerçekleri araştıran-
lar.
esbab-ı mucibe:
gerektiren
sebepler.
esma-i kudsiye-i İlâhiye:
Al-
lah’ın mukaddes isimleri.
feyiz:
bolluk, bereket; ilim, ir-
fan.
garaib-i icraat:
hayret verici
işler.
1.
İmkân dairesi içinde, şu andaki durumdan daha mükemmeli, daha üstünü, daha güzeli yok-
tur. (İmam-ı Gazalî)