istikbalini ve başına ne geleceğini doğru olarak haber ve-
recek”; merakın varsa, vereceksin.
Hâlbuki, şu zat öyle bir sultanın ahbarını söylüyor ki,
memleketinde kamer, bir sinek gibi, bir pervane etrafın-
da döner. o Arz olan o pervane ise, bir lâmba etrafında
pervaz eder; ve o güneş olan lâmba ise, o sultanın bin-
ler menzillerinden bir misafirhanesinde binler misbahlar
içinde bir lâmbasıdır.
Hem öyle acayip bir âlemden hakikî olarak bahsediyor
ve öyle bir inkılâptan haber veriyor ki, binler küre-i arz
bomba olsa, patlasalar, o kadar acip olmaz. Bak, onun
lisanında
(3)
o
án
Yp
QÉn
?r
dn
G
(2)
@ r
ä n
ôn
£n
Ør
fG o
ABÉ n
ª° s
ùdG Gn
P p
G
(1)
@ r
ä n
Q u
ƒo
c
¢ o
ù r
ª s
°ûdG Gn
P p
G
gibi sureleri işit.
Hem öyle bir istikbalden doğru olarak haber veriyor ki,
şu dünyevî istikbal ona nispeten bir katre serap hükmün-
dedir.
Hem öyle bir saadetten pek ciddî olarak haber veriyor
ki, bütün saadet-i dünyeviye ona nispeten bir berk-i za-
ilin bir şems-i sermede nispeti gibidir.
ON bİRİNCİ ReŞHa:
Böyle acip ve muammaâlûd şu
kâinatın perde-i zahiriyesi altında, elbette ve elbette böy-
le acayip bizi bekliyor. Böyle acaibi haber verecek, böy-
le harika ve fevkalâde mu’ciznüma bir zat lâzımdır.
Hem bu zatın gidişatından görünüyor ki, o, görmüş ve
görüyor ve gördüğünü söylüyor.
acayip:
şaşırtıcı ve hayret verici
şeyler.
acip:
şaşırtıcı, hayret verici.
ahbar:
haberler.
âlem:
dünya.
arz:
dünya.
dünyevî:
dünyaya ait.
felâket:
çok zarar doğuran du-
rum, büyük belâ.
fevkalâde:
olağanüstü.
gidişat:
işlerin gidiş tarzı; tutum,
davranış.
hakikî:
gerçek, aslına uygun,
gerçek olan.
harika:
olağanüstü özellikler taşı-
yan ve hayranlık hissi uyandıran.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
inkılâp:
değişim, dönüşüm.
istikbal:
gelecek zaman.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin
tamamı, bütün âlemler, varlıklar.
kamer:
ay.
katre:
damla.
küre-i arz:
dünya, yer küre.
lisan:
dil.
memleket:
ülke.
menzil:
yer.
misbah:
lâmba.
mu’ciznüma:
mu’cizeli, mu’ci-
ze gösteren.
muammaâlûd:
karışık, anla-
şılmaz ve kolay bilinmez iş.
nispet:
ölçü, oran.
nispeten:
kıyasla, oranla.
perde-i zahiriye:
görünürde-
ki perde.
pervane:
geceleri ışığın etra-
fında dönen küçük kelebek.
pervaz etmek:
uçmak.
reşha:
sızıntı.
saadet-i dünyeviye:
dünya-
ya ait mutluluk.
serap:
sıcak günlerde çorak
yerlerde gündüz ortasında su
gibi görünen buğu, sis.
sultan:
padişah, hükümdar;
mutlak iktidar sahibi olan; Al-
lah.
sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldı-
ğı 114 bölümden her biri.
şems-i sermed:
daimî, sürekli
olan güneş.
zat:
kişi, şahıs.
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
| 340 | Mektubat
1.
Güneş dürülüp toplandığında. (Tekvir Suresi: 1.)
2.
Gök yarıldığı zaman. (İnfitar Suresi: 1.)
3.
Çarpacak olan felâket. (Karia Suresi: 1.)