Mektubat - page 366

“Böyle ayn-ı hak ve hakikat bir fermanın tercümanı ve
tebliğ edicisi bir zatta (
AsM
), fermana cinayet ve ferman
sahibine hıyanet hükmünde olan yalan olamaz ve bulu-
namaz.”
Üçüncüsü
: o zat (
AsM
) öyle bir şeriat ve bir İslâmiyet
ve bir ubudiyet ve bir dua ve bir davet ve bir iman ile mey-
dana çıkmış ki, onların ne misli var ne de olur. Ve onlar-
dan daha mükemmel, ne bulunmuş ve ne de bulunur.
Çünkü, ümmî bir zatta (
AsM
) zuhur eden o şeriat, on dört
asrı ve nev-i beşerin humsunu, âdilâne, hakkaniyet üze-
re, müdakkikane hadsiz kanunlarıyla idare etmesi, emsal
kabul etmez.
Hem, ümmî bir zatın (
AsM
) ef’al ve akval ve ahvalin-
den çıkan İslâmiyet, her asırda üç yüz milyon insanın reh-
beri ve mercii; ve akıllarının muallimi ve mürşidi; ve kalp-
lerinin münevviri ve musaffîsi; ve nefislerinin mürebbîsi
ve müzekkisi; ve ruhlarının medar-ı inkişafatı ve maden-i
terakkiyatı olması cihetiyle, misli olamaz ve olamamış.
Hem, dininde bulunan bütün ibadatın bütün envaında
en ileri olması; ve herkesten ziyade takvada bulunması ve
Allah’tan korkması; ve fevkalâde daimî mücahedat ve
dağdağalar içinde tam tamına ubudiyetin en ince esrarı-
na kadar müraatı; ve hiç kimseyi taklit etmeyerek tam
manasıyla, müptediyâne fakat en mükemmel olarak, ip-
tida ve intihayı birleştirerek yapması, elbette misli görül-
mez ve görülmemiş.
âdilâne:
adaletli bir şekilde.
ahval:
hâller, durumlar.
akval:
sözler, lâflar.
asır:
çağ, yüzyıl.
ayn-ı hak ve hakikat:
gerçeğin
ve doğrunun ta kendisi.
cihet:
yan, yön.
cinayet:
adam öldürme; bu dere-
cede ağır suç.
dağdağa:
sıkıntı, ıztırap, karışıklık.
daimî:
sürekli, devamlı.
davet:
çağırma, çağrı.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ef’al:
fiiller.
emsal:
eş, benzer.
enva:
çeşitler, türler, neviler.
esrar:
sırlar.
ferman:
emir, buyruk.
fevkalâde:
olağanüstü, normalin
üstünde.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakkaniyet:
hak ve adalete uy-
gunluk, doğruluk.
hıyanet:
hainlik, ihanet.
hums:
beşte bir.
hükmünde olan:
yerinde olan,
yerine geçen.
ibadat:
ibadetler.
idare etmek:
bir işi yürütmek, çe-
kip çevirmek.
iman:
inanma, inanç.
intiha:
uç, son.
iptida:
ilk, başlangıç.
maden-i terakkiyat:
terakkilerin,
ilerlemelerin kaynağı.
mana:
anlam.
medar-ı inkişaf:
gelişmeye, yük-
selmeye sebep olan.
merci:
kaynak, başvurulacak yer.
misil:
benzer, eş.
muallim:
öğretici, öğretmen, ho-
ca.
musaffi:
saflaştıran, arındıran.
mücahedat:
mücahedeler, savaş-
malar.
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
| 366 | Mektubat
müdakkikane:
inceden ince-
ye araştırarak.
münevvir:
nurlandıran, aydın-
latan, ışıklandıran.
müptediyâne:
ilk kez yapıyor
gibi; acemi gibi.
müraat etmek:
riayet etmek,
uymak.
mürebbî:
terbiye eden, eği-
ten, yetiştiren.
mürşit:
irşat eden, doğru yo-
lu gösteren.
müzekkî:
temizleyen.
nefis:
kötü vasıfları, nitelikleri
kendisinde toplayan, kötülü-
ğe sevk eden, şehevî istekleri
kamçılayıp hayırlı işlerden alı-
koyan güç.
nev-i beşer:
insan türü, in-
sanlık, bütün insanlar.
rehber:
yol gösteren, kılavuz.
şeriat:
Allah tarafından pey-
gamber vasıtasıyla bildirilen,
İlâhî emir ve yasaklara daya-
nan hükümlerin hepsi.
takva:
Allah’tan korkma, Al-
lah korkusuyla dinin yasak et-
tiği şeylerden kaçınma, Allah’ın
emirlerini tutup azabından ko-
runma.
tebliğ:
ulaştırmak, bildirmek.
tercüman:
tercüme eden, baş-
ka bir dilde yazılmış veya söy-
lenmiş bir şeyi yine başka di-
le çeviren; çeşitli, hâl, durum,
maksat veya düşünceleri an-
latan, aktaran.
ubudiyet:
kulluk.
ümmî:
okuma yazması olma-
yan.
zat:
kişi, şahıs, fert.
ziyade:
çok, fazla.
zuhur:
görünme, ortaya çık-
ma.
1...,356,357,358,359,360,361,362,363,364,365 367,368,369,370,371,372,373,374,375,376,...1086
Powered by FlippingBook