ONUNCU KELİME
l
ôj/
ón
b m
Ar
?n
T pq
?o
c '
¤n
Y n
ƒo
gn
h
Yani, o Vahid’dir, ehad’dir, her
şeye kadirdir. Hiçbir şey ona ağır gelmez. Bir baharı halk
etmek, bir çiçek kadar ona kolaydır. Cenneti halk etmek,
bir bahar kadar ona rahattır. Her günde, her senede, her
asırda yeniden yeniye icat ettiği hadsiz masnuatı, niha-
yetsiz kudretine nihayetsiz lisanlarla şahadet ederler.
İşte şu kelime dahi şöyle müjde eder; der ki:
ey insan! Yaptığın hizmet, ettiğin ubudiyet boşu boşu-
na gitmez. Bir dâr-ı mükâfat, bir mahall-i saadet senin
için ihzar edilmiştir. senin şu fânî dünyana bedel, bâkî bir
cennet seni bekler. İbadet ettiğin ve tanıdığın Hâlık-ı zül-
celâl’in vaadine iman ve itimat et. ona, vaadinde hulf et-
mek muhaldir. kudretinde hiçbir cihetle noksaniyet yok-
tur. İşlerine acz müdahale edemez. senin küçük bahçeni
halk ettiği gibi, cenneti dahi senin için halk edebilir ve
halk etmiş ve sana vaat etmiş. Ve vaat ettiği için, elbette
seni onun içine alacak.
Madem bilmüşahede görüyoruz, her senede, yeryüzün-
de hayvanat ve nebatatın üç yüz binden ziyade envaları-
nı ve milletlerini kemal-i intizam ve mizan ile, kemal-i
sür’at ve sühuletle haşredip neşreder; elbette böyle bir
kadîr-i zülcelâl, vaadini yerine getirmeye muktedirdir.
Hem madem her senede, öyle bir kadîr-i Mutlak, haş-
rin ve cennetin numunelerini binler tarzda icat ediyor.
Hem madem bütün semavî fermanları ile saadet-i ebe-
diyeyi vaat edip cenneti müjde veriyor.
Mektubat | 383 |
Y
irminci
m
ekTup
çü.
kemal-i sür’at ve sühulet:
mü-
kemmel bir hız ve kolaylık.
kudret:
güç, kuvvet.
lisan:
dil.
mahall-i saadet:
saadet ve mut-
luluk yeri; cennet.
masnuat:
sanatla yapılmış şeyler.
muhal:
imkânsız, olması müm-
kün olmayan.
muktedir:
gücü yeten, güçlü, kuv-
vetli.
müdahale:
karışma, el atma.
müjde:
sevindirici haber, iyi ha-
ber.
nebatat:
bitkiler.
neşretme:
dağıtma, yayma.
nihayetsiz:
sonsuz.
noksaniyet:
noksanlık, eksiklik.
numune:
örnek, misal.
saadet-i ebediye:
sonsuz mutlu-
luk.
semavî:
Allah tarafından olan, İlâ-
hî.
şahadet:
şahitlik, tanıklık.
tarz:
biçim, şekil.
ubudiyet:
kulluk.
vaat etmek:
söz vermek.
vaat:
söz verme.
Vahid:
bir, tek; eşi, benzeri, ortağı
olmayan Allah.
ziyade:
çok, fazla.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
asır:
yüzyıl, çağ.
bâkî:
sürekli ve kalıcı olan.
bedel:
karşılık, karşı.
bilmüşahede:
bizzat görerek.
cihet:
yön.
dâr-ı mükâfat:
mükâfat yur-
du, ahiret; cennet.
ehad:
her bir şeyde birliği te-
celli eden, görünen Allah.
enva:
neviler, türler.
fânî:
ölümlü, geçici.
ferman:
emir, buyruk.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
Hâlık-ı Zülcelâl:
sonsuz bü-
yüklük, haşmet, izzet sahibi
yaratıcı; Allah.
halk etmek:
yaratmak.
haşir:
kıyametten sonra bü-
tün insanların diriltilip bir ye-
re toplanmaları.
haşretme:
toplama, bir araya
getirme.
hayvanat:
hayvanlar.
hulf etmek:
verdiği sözü tut-
mamak.
ibadet:
Allah’ın emrettiklerini
yerine getirme.
icat etmek:
vücuda getirmek,
yoktan yaratmak.
ihzar:
hazırlama.
iman etmek:
inanmak.
itimat etmek:
güvenmek.
kadir:
gücü yeten; kudret ve
kuvvet sahibi ve her şeye gü-
cü yeten.
kadîr-i Mutlak:
hiç bir kayıt
ve şarta tâbi olmaksızın her
şeye gücü yeten sonsuz kud-
ret sahibi, Allah.
kadîr-i Zülcelâl:
sonsuz bü-
yüklük, haşmet, izzet ve kud-
ret sahibi, Allah.
kemal-i intizam ve mizan:
mükemmel bir düzen ve öl-