daha küçük bir daire olan bir bahçeyi, yine, yüz defa,
bin defa kudretle doldurup hikmetle boşalttırıyor. daha
küçük bir daire olan bir zîhayatı, meselâ bir ağacı, bir in-
sanı, yüz defa onun kadar ondan mahsulât alır.
demek, o Malikü’l-Mülk-i zülcelâl, küçük-büyük, cüz’î-
küllî her şeyi birer model hükmünde inşa ederek, yüzler
tarzda taze taze nakışlarla münakkaş mensucat-ı sanatını
onlara giydirir, cilve-i esmasını, mu’cizat-ı kudretini izhar
eder. kendi mülkünde her bir şeyi birer sahife hükmün-
de inşa etmiş. Her sahifede, yüzer tarzda manidar mek-
tubatını yazar; hikmetinin, ayatını izhar eder, zîşuurlara
okutturur.
Şu âlem-i ekberi, mülk şeklinde inşa etmekle beraber,
şu insanı dahi öyle bir surette halk etmiştir ve ona öyle
cihazat ve aletler ve havâs ve hissiyatlar ve bilhassa ne-
fis, heva ve ihtiyaç ve iştiha ve hırs ve dava vermiştir ki,
o geniş mülkünde, bütün mülke muhtaç bir memlûk hük-
müne getirmiştir.
İşte, hiç mümkün müdür ki, pek büyük olan âlem-i zer-
rattan tâ bir sineğe kadar bütününü mülk ve tarla yapan
ve küçük insanı o büyük mülke nazır ve müffettiş ve çift-
çi ve tüccar ve dellâl ve âbid ve memlûk yaptıran ve ken-
dine muhterem bir misafir ve sevgili bir muhatap ittihaz
eden o Malikü’l-Mülk-i zülcelâl’den başka, o mülke tasar-
ruf edip o memlûke seyyid olabilsin?
Mektubat | 393 |
Y
irminci
m
ekTup
lenilen, konuşulan kimse.
muhtaç:
ihtiyacı olan.
muhterem:
saygı değer.
müffettiş:
kontrol eden; araştı-
ran, araştırıcı.
mülk:
sahip olunan, üzerinde ta-
sarruf hakkı bulunan şey; mal.
münakkaş:
nakışlı, süslenmiş.
nakış:
süs.
nazır:
bakan, gözeten.
nefis:
insandaki bedenî, yeme, iç-
me, şehvet gibi biyolojik ihtiyaç-
lara duyulan tabiî istek.
sahife:
sayfa.
seyyid:
efendi, sahip.
suret:
şekil, biçim.
tarz:
şekil, biçim, usul.
tasarruf etme:
mülkünü istediği
gibi kullanma.
tüccar:
ticaretle uğraşan kimse.
zîhayat:
hayat sahibi, canlı.
zîşuur:
şuurlu, şuur sahibi.
abd:
kul, köle.
âlem-i ekber:
en büyük âlem;
kâinat.
âlem-i zerrat:
zerreler âlemi,
atomlar âlemi.
ayat:
ayetler, deliller.
bilhassa:
özellikle.
cihazat:
uzuvlar, organlar.
cilve-i esma:
Allah’ın isimleri-
nin varlıklardaki eseri, görün-
tüsü.
cüz’î-küllî:
az-çok.
dava:
iddia.
dellâl:
ilân edici.
halk etme:
yaratma.
havâs:
duyular, duygular.
heva:
istek, arzu.
hikmet:
her şeyin belirli ga-
yelere yönelik olarak, manalı,
faydalı ve tam yerli yerinde
olması.
hırs:
aşırı istek, şiddetli arzu.
hissiyat:
duygular.
hükmüne:
yerine, değerine.
inşa etmek:
yapmak, bina et-
mek.
iştiha:
iştah, açlık.
ittihaz etme:
kabul etme, say-
ma.
izhar etme:
gösterme, mey-
dana çıkarma.
kudret:
güç, kuvvet.
mahsulât:
ürünler.
Malikü’l-Mülk-i Zülcelâl:
bü-
tün mülkün gerçek sahibi, son-
suz büyüklük, haşmet, izzet
sahibi olan Allah.
manidar:
manalı, anlamlı.
mektubat:
mektuplar.
memlûk:
köle, kul.
mensucat-ı sanat:
sanat do-
kumaları.
mu’cizat-ı kudret:
kudret
mu’cizeleri.
muhatap:
kendisine söz söy-