Mektubat - page 396

Altıncı Fıkra:
ï= dG ...n
?Gn
P ?/
a o
¬o
àn
ªr
°ûp
M
ibaresidir. Me-
ali şudur ki:
Yani, kâinatın hey’et-i mecmuasında tezahür eden haş-
met-i rububiyet, vahdaniyet-i İlâhiyeyi ispat edip göster-
diği gibi, zîhayatların cüz’iyatlarına mukannen erzakları-
nı veren nimet-i rabbaniye dahi ehadiyet-i İlâhiyeyi ispat
edip gösterir. Vahidiyet ise, bütün o mevcudat birinindir
ve birine bakar ve birinin icadıdır demektir. ehadiyet ise,
her bir şeyde Hâlık-ı külli Şey’in ekser esması tecelli edi-
yor demektir. Meselâ, güneşin ziyası, bütün zeminin yü-
zünü ihata ettiği haysiyetiyle, vahidiyet misalini gösterir.
Ve her bir şeffaf cüzde ve su katrelerinde, güneşin ziyası
ve harareti ve ziyasındaki yedi rengi ve bir nevi gölgesi
bulunması, ehadiyet misalini gösterir. Ve her bir şeyde,
hususan zîhayatta ve bilhassa her bir insanda, o sâniin
ekser esması onda tecelli ettiği cihetle, ehadiyeti göste-
rir.
İşte şu fıkra işaret eder ki, kâinatta tasarruf eden haş-
met-i rububiyet, o koca güneşi şu zemin yüzündeki zîha-
yatlara bir hizmetkâr, bir lâmba, bir ocak; ve koca küre-i
zemini onlara bir beşik, bir menzil bir ticaretgâh; ve ate-
şi her yerde hazır bir aşçı ve dost; ve bulutu süzgeç ve
murdia; ve dağları mahzen ve ambar; ve havayı zîhayata
enfas ve nüfusa yelpaze; ve suyu yeniden hayata girenle-
re süt emziren dâye ve hayvanata âb-ı hayat veren bir şer-
betçi hükmüne getiren rububiyet-i İlâhiye, gayet vazıh bir
surette vahdaniyet-i İlâhiyeyi gösterir.
âb-ı hayat:
hayat suyu.
ambar:
depo.
bilhassa:
özellikle.
cihet:
yön, taraf.
cüz:
parça.
cüz’iyat:
cüzler, parçalar, kısım-
lar; fertler.
dâye:
sütnine, çocuğa bakan, da-
dı.
ehadiyet:
birlik, Allah’ın birliği, Al-
lah’ın her bir şeyde birliğini gös-
termesi.
ehadiyet-i İlâhiye:
Cenab-ı Al-
lah’ın her bir şeyde birliğinin te-
celli etmesi, görünmesi.
ekser:
pek çok.
enfas:
nefesler, soluklar.
erzak:
rızıklar.
esma:
isimler, adlar.
fıkra:
paragraf; bölüm, kısım.
gayet:
son derece.
Hâlık-ı külli Şey:
kâinatta mev-
cut olan her şeyin yaratıcısı, Al-
lah.
hararet:
sıcaklık, ısı.
haşmet-i rububiyet:
rablığın, ida-
re ve terbiye ediciliğin haşmeti,
heybeti, büyüklüğü.
haysiyetiyle:
özellik; kıymet, de-
rece; mesnet, mertebe.
hayvanat:
hayvanlar.
hey’et-i mecmua:
bir şeyin ta-
mamı, hepsi.
hizmetkâr:
hizmetçi.
hususan:
özellikle.
hükmüne:
yerine, değerine.
ibare:
cümle.
icat:
vücuda getirme, yaratma.
ihata etme:
kuşatma, sarma.
ispat:
delil ve şahit göstererek
doğruyu ortaya koyma.
Y
irminci
m
ekTup
| 396 | Mektubat
kâinat:
bütün âlemler, varlık-
lar.
katre:
damla.
küre-i zemin:
yerküre, dün-
ya.
mahzen:
içinde eşya saklana-
cak yer; depo.
meal:
mana, anlam.
menzil:
yer, mekân.
mevcudat:
yaratılmış şeyle-
rin tamamı, varlıklar.
mukannen:
belli, belirli, za-
manı veya niteliği belli.
murdia:
süt anne.
nevi:
tür, çeşit.
nimet-i Rabbaniye:
bütün
mahlûkatı idare ve terbiye
eden Allah’ın nimeti.
nüfus:
nefisler, canlar.
rububiyet-i İlâhiye:
Allah’ın
terbiye ve idare ediciliği.
Sâni:
her şeyi sanatlı olarak
yaratan Allah.
suret:
şekil, biçim.
şeffaf:
saydam.
şerbet:
meyve suyu ile şekerli
su karıştırılarak yapılan içe-
cek.
tasarruf etme:
bir şeyin sahi-
bi olup idare etme.
tecelli etme:
görünme, Ce-
nab-ı Hakkın güzel isimlerinin
kâinatta ve insanlarda görün-
mesi.
tezahür etme:
görünme, or-
taya çıkma.
ticaretgâh:
ticaret yapılan yer.
vahdaniyet-i İlâhiye:
İlâhî bir-
lik, Allah’ın bir, tek olması.
vahidiyet:
birlik.
vazıh:
açık, aşikâr.
zemin:
yer.
zîhayat:
hayat sahibi, canlı.
ziya:
ışık.
1...,386,387,388,389,390,391,392,393,394,395 397,398,399,400,401,402,403,404,405,406,...1086
Powered by FlippingBook