evet, bir hayat ki, vacip bir vücut onun lâzımı ve ünva-
nıdır; elbette adem ve fenâ hiçbir cihetle ona arız olamaz.
evet, bir hayat ki, bütün hayatlar mütemadiyen onun
cilvesiyle zuhura gelir ve bütün hakaik-ı sabite-i kâinat ona
istinat eder, onunla kaimdir; elbette hiçbir cihetle fenâ ve
zeval ona arız olamaz.
evet, bir hayat ki, onun bir lem’a-i cilvesi, maruz-i fe-
nâ ve zeval olan eşya-i kesireye bir vahdet verip bekaya
mazhar eder ve dağılmaktan kurtarır ve vücudunu muha-
faza eder ve bir nevi bekaya mazhar eder. Yani, hayat,
kesrete bir vahdet verir, ibka eder; hayat gitse dağılır, fe-
nâya gider. elbette, öyle hadsiz lemaat-ı hayatiye bir cil-
vesi olan hayat-ı vacibeye, zeval ve fenâ yanaşamaz.
Şu hakikate şahid-i kàtı, şu kâinatın zeval ve fenâsıdır.
Yani, mevcudat, vücutlarıyla, hayatlarıyla nasıl ki o
Hayy-ı lâyemut’un hayatına ve o hayatın vücub-i vü-
cuduna delâlet ve şahadet ederler;
(HaşİYe)
öyle de, mevt-
leriyle, zevalleriyle o hayatın bekasına, sermediyetine
delâlet eder ve şahadet ederler. Çünkü, mevcudat zeva-
le gittikten sonra, arkalarında yine kendileri gibi hayata
mazhar olup yerlerine geldiklerinden, gösteriyor ki,
HaşİYe:
Hazret-i İbrahim Aleyhisselâmın nemrut’a karşı imate ve ihya-
da güneşin tulû ve gurubuna intikali, cüz’î imate ve ihyadan küllî ima-
te ve ihyaya intikaldir ve bir terakkidir. o delilin en parlak ve en geniş
dairesini göstermektedir. Yoksa bir kısım ehl-i tefsirin dedikleri gibi,
hafî delili bırakıp, zahir delile çıkmak değildir.
adem:
yokluk.
arız olma:
yaklaşma, ilişme.
beka:
ebedîlik, sonsuzluk, devam-
lılık.
cihet:
yön, taraf.
cilve:
İlâhî kudret eserlerinin beli-
rip görünmesi, yansıması.
delâlet etme:
delil olma, göster-
me.
eşya-i kesîre:
pek çok eşya.
fenâ:
yok olma, yokluk.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakaik-ı sabite-i kâinat:
kâinat-
ta geçerli olan değişmez gerçek-
ler.
hakikat:
gerçek.
haşiye:
dipnot, açıklayıcı yazı.
hayat-ı vecibe:
varlığı gerekli olan
hayat.
Y
irminci
m
ekTup
| 406 | Mektubat
Hayy-ı Lâyemut:
ölümsüz ve
daimî hayat sahibi olan Allah.
ibka etme:
bâkîleştirme, sü-
rekli ve kalıcı kılma.
istinat etme:
dayanma.
kaim:
ayakta duran, var olan.
kâinat:
bütün âlemler, varlık-
lar.
kesret:
çokluk.
lâzımı:
gereği.
lemaat-ı hayatiye:
hayat pa-
rıldamaları.
lem’a-i cilve:
cilvenin, görün-
tünün parıltısı.
maruz-i fenâ ve zeval:
yok
olmakla, sona ermekle karşı
karşıya.
mazhar etme:
eriştirme, ka-
vuşturma.
mazhar olma:
erişme, kavuş-
ma.
mevcudat:
varlıklar.
mevt:
ölüm.
muhafaza etme:
koruma, sak-
lama.
mütemadiyen:
sürekli olarak,
devamlı olarak.
nevi:
çeşit, tür.
sermediyet:
ebedîlik, sürekli-
lik, sonsuzluk.
şahadet:
şahitlik, tanıklık.
şahid-i kàtı:
doğruluğundan
şüphe edilmeyen, kesin şahit.
ünvan:
ad, isim.
vacip:
varlığı zorunlu olan.
vahdet:
birlik.
vahdet:
birlik.
vücub-i vücut:
varlığı gerekli,
zarurî ve vacip olmak olma-
ması imkânsız olmak.
vücut:
varlık.
zeval:
sona erme, yok olma.
zuhura gelme:
görünme, mey-
dana çıkma.