Mektubat - page 402

olan hububat ve semeratı halk eden yine odur. demek,
en küçük cüz’î bir zîhayata en cüz’î bir nimeti veren, doğ-
rudan doğruya kâinatın Hâlık’ıdır ve rezzak-ı zülcelâl’dir.
öyle ise, şükür ve hamd doğrudan doğruya ona aittir.
öyle ise, hakikat-i kâinat, daima hak lisanıyla der:
(1)
p
ón
Hn
’r
G n
‹p
G p
?n
Rn
’r
G n
øp
e m
ón
Mn
G p
q
?o
c r
øp
e o
ór
ªn
?r
G o
¬n
d
ALTINCI KELİME
»/
«r
ëo
j
Yani, hayat veren yalnız odur. öyle ise, her şe-
yin hâlıkı dahi yalnız odur. Çünkü, kâinatın ruhu, nuru,
mâyesi, esası, neticesi, hulâsası hayattır. Hayatı veren
kim ise, bütün kâinatın hâlıkı da odur. Hayatı veren el-
bette odur,
HayyüKayyum
’dur.
İşte şu mertebe-i tevhidin bürhan-ı azamına şöyle işa-
ret ederiz ki:
Başka bir sözde izah ve ispat edildiği gibi, zemin yü-
zünün sahrasında çadırları kurulmuş gayet muhteşem zî-
hayatlar ordusunu görüyoruz. evet,
HayyüKayyum
’un
hadsiz ordularından, her bahar mevsiminde yeni silâh al-
tına alınmış, gayptan gelen taze bir ordu meydana çık-
mış görüyoruz. Şu orduya bakıyoruz ki: nebatat taifele-
rinden iki yüz binden ziyade ve hayvanat milletlerinden
yine yüz binden fazla çeşit çeşit, muhtelif kavimler görü-
yoruz. Her bir milletin, her bir taifenin elbisesi ayrı, er-
zakı ayrı, talimatı ayrı, terhisatı ayrı, silâhları ayrı, müd-
det-i askeriyeleri ayrı olduğu hâlde, bir kumandan-ı
Azam, hadsiz kudret ve hikmetiyle ve nihayetsiz ilim ve
bürhan-ı azam:
en büyük delil.
cüz’î:
az, azıcık; ufak tefek şey.
ebed:
sonu olmayan gelecek za-
man, sonsuzluk.
erzak:
rızıklar.
ezel:
başlangıcı olmayan geçmiş
zaman, öncesizlik.
gaip:
görünmeyen âlem.
gayet:
son derece.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hak:
gerçek.
hakikat-i kâinat:
kâinatın iç yü-
zündeki hakikat, gerçekler.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şeyi
yoktan var eden, yaratıcı; Allah.
halk etmek:
yaratmak.
hamd:
methetme, övme.
hayvanat:
hayvanlar.
Hayyü kayyum:
her canlıya ha-
yat veren ve onları ayakta tutan
Allah.
hikmet:
her şeyin belirli gayelere
yönelik olarak, manalı, faydalı ve
tam yerli yerinde olması.
hububat:
taneli bitkiler; buğday,
arpa vb. tahıl.
hulâsa:
bir şeyin özü, esası, temel
kısmı.
ispat:
delil ve şahit göstererek
doğruyu ortaya koyma.
izah etme:
açıklama yapma.
kâinat:
bütün âlemler, varlıklar.
kavim:
topluluk.
kudret:
güç, kuvvet.
kumandan-ı azam:
en büyük ko-
mutan; her yere ve her şeye hük-
meden en büyük Kumandan,
Allah.
lisan:
dil.
mahsus:
bir şeye veya kişiye
has olan; lâyık.
mâye:
maya, asıl ve gerekli
madde.
mertebe-i tevhid:
Allah’ın
birliğini gösterme derecesi.
muhtelif:
çeşitli, farklı.
muhteşem:
ihtişamlı, görkem-
li.
müddet-i askeriye:
askerlik
süresi.
nebatat:
bitkiler.
netice:
sonuç.
nihayetsiz:
sonsuz.
nimet:
yiyecek ve içecek şey-
ler.
Rezzak-ı Zülcelâl:
her bir mah-
lûkunun rızkını veren celâl sa-
hibi Allah.
sahra:
ova.
semerat:
meyveler.
şükür:
görülen bir iyiliğe kar-
şılık hoşnutluk, memnunluk
ve minnettarlık ifade etme,
teşekkür.
taife:
gurup, topluluk.
talimat:
talimler, eğitimler,
emirler.
terhisat:
izin vermeler, ser-
best bırakılmalar.
zemin:
yer.
zîhayat:
hayat sahibi, canlı.
ziyade:
fazla, çok.
Y
irminci
m
ekTup
| 402 | Mektubat
1.
Ezelden ebede kadar her kimden gelse, bütün hamdler yalnızca Ona mahsustur.
1...,392,393,394,395,396,397,398,399,400,401 403,404,405,406,407,408,409,410,411,412,...1086
Powered by FlippingBook