Dördüncü Fıkra:
ï= dG ...n
?Gn
P /
‘
o
¬o
àn
©r
æn
°U
ibaresidir.
Meali şudur ki:
sâni-i zülcelâl’in âlem-i ekberdeki sanatı o derece ma-
nidardır ki, o sanat bir kitap suretinde tezahür edip, kâ-
inatı bir kitab-ı kebir hükmüne getirdiğinden, akl-ı beşer,
hakikî fenn-i hikmet kütüphanesini ondan aldı ve ona gö-
re yazdı. Ve o kitab-ı hikmet, o derece hakikatle bağlı ve
hakikatten medet alıyor ki, büyük kitab-ı Mübin’in bir
nüshası olan kur’ân-ı Hakîm şeklinde ilân edildi.
Hem nasıl ki, kâinattaki sanatı, kemal-i intizamından
kitap şekline girdi; insandaki sıbgatı ve nakş-ı hikmeti da-
hi hitap çiçeğini açtı. Yani, o sanat, o derece manidar ve
hassas ve güzeldir ki, o makine-i zîhayattaki cihazatı, fo-
nograf gibi nutka geldi, söylettirdi. Ve öyle bir ahsen-i
takvim içinde bir sıbga-i rabbaniye vermiş ki, o maddî,
cismanî, camit kafada manevî, gaybî, hayattar olan be-
yan ve hitap çiçeği açıldı. Ve o insan kafasındaki kabili-
yet-i nutuk ve beyana, o derece ulvî cihazat ve istidat ver-
di ki, sultan-ı ezelî’ye muhatap olacak bir makamda in-
kişaf ettirdi, terakki verdi. Yani, fıtrat-ı insaniyedeki sıb-
ga-i rabbaniye, hitab-ı İlâhî çiçeğini açtı.
Hiç mümkün müdür ki, kitap derecesine gelen bütün
mevcudattaki sanata ve hitap makamına gelen insandaki
o sıbgaya Vahid-i ehad’den başkası karışabilsin? Hâşâ!
ahsen-i takvim:
Cenab-ı Hakkın
her şeyi en mükemmel ve güzel
biçimde yaratması.
akl-ı beşer:
insan aklı.
âlem-i ekber:
en büyük âlem; kâ-
inat.
beyan:
açıklama, izah.
camit:
cansız.
cihazat:
organlar, donanımlar.
cismanî:
maddî ve cisimli olmak.
fenn-i hikmet:
felsefe ilmi.
fıtrat-ı insaniye:
insan tabiatı, ya-
ratılışı.
fonograf:
sesleri kaydeden ve kay-
dedilmiş sesleri çalan cihaz.
gaybî:
bilinmeyen, görünmeyen.
hakikat:
gerçek.
hakikî:
gerçek.
hâşâ:
asla, hiçbir zaman.
hayattar:
canlı, yaşayan.
hitab-ı İlâhî:
Allah’ın kendi zatına
mahsus olarak hitabı.
hitap çiçeği:
konuşabilme, söz
söyleyebilme, ifade edebilme ye-
teneği.
hitap:
söz söyleme, konuşma, nu-
tuk.
hükmüne:
yerine, değerine.
ibare:
cümle.
inkişaf:
geliştirme, meydana çık-
ma.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
kabiliyet-i nutuk:
konuşma ka-
biliyeti.
kâinat:
bütün âlemler, varlıklar.
kemal-i intizam:
intizamın mü-
kemmel oluşu, tam ve eksiksiz
düzen.
kitab-ı hikmet:
hikmet kitabı, var-
lıkların yaratılış sebeplerini açık-
layan kitap.
kitab-ı kebir:
büyük kitap.
kitab-ı Mübin:
herhangi bir şeyin
yaratıcısının ilmindeki plan ve prog-
rama göre gerçekleşme, vücut
bulma kaydı; kâinattaki olayları
nizam ve intizam içinde cereyan
Y
irminci
m
ekTup
| 394 | Mektubat
ettiren kudret kitabı.
kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve
suresinde sayısız hikmet ve
faydalar bulunan Kur’ân.
maddî:
madde ile alâkalı.
makam:
manevî mevki.
makine-i zîhayat:
canlı ma-
kine.
manevî:
maddî olmayan.
manidar:
manalı, anlamlı.
meal:
anlam, mana.
medet:
yardım.
mevcudat:
yaratılmış şeyle-
rin tamamı, kâinat.
muhatap:
kendisine söz söy-
lenilen, konuşulan.
nakş-ı hikmet:
her şeyi belli
bir maksat ve fayda ile yara-
tan Allah’ın nakışları, süsleri.
nutuk:
konuşma, dile gelme.
nüsha:
bir kitaptan veya ya-
zılı bir şeyden çıkarılan suret.
Sâni-i Zülcelâl:
sonsuz büyük-
lük, haşmet, izzet sahibi olan
ve her şeyi sanatla yaratan,
Allah.
sıbga:
boya.
sıbga-i Rabbaniye:
Cenab-ı
Hakkın dilediği tarz, renk, bi-
çim ve şekilde yaratması; Rab-
banî boya, sanat.
sıbgat:
boyalar.
Sultan-ı ezelî:
ezelî sultan;
kudret, kuvvet ve hükümran-
lığının başlangıcı olmayan Al-
lah.
suret:
şekil, biçim.
terakki:
ilerleme, gelişme.
tezahür etme:
görünme, be-
lirme.
ulvî:
yüce, yüksek.
Vahid-i ehad:
bir olan ve bir-
liği her bir şeyde tecelli eden,
görünen Allah.