Mektubat - page 401

ibadeti, şükür ve muhabbeti başkalara verip hikmet-i bâ-
hiresini hiçe indirsin, veyahut kudret-i mutlakasını acze
kalbettirsin, veyahut ilm-i muhitini cehle çevirsin? Yüz bin
defa hâşâ!
Hiç mümkün müdür ki, şu kâinat sarayının binasında-
ki makasıd-ı rabbaniyenin medarı olan zîşuur ve zîşuurun
serfirazı olan nev-i insanın mazhar olduğu nimetlere mu-
kabil izhar ettikleri şükür ve ibadeti, o saray-ı kâinatın sâ-
niinden başkasına gitsin? Ve o sâni-i zülcelâl, o gayetül-
gaye olan şükür ve ibadeti, başkalara gitmesine müsaade
etsin?
Hem hiç mümkün müdür ki, hadsiz enva-ı nimetiyle
kendini zîşuurlara sevdirsin ve hadsiz mu’cizat-ı sanatıyla
kendini onlara tanıttırsın; sonra onların şükür ve ibadet-
lerini, hamd ve muhabbetlerini, marifet ve minnettarlık-
larını esbaba ve tabiata terk edip ehemmiyet vermesin,
hikmet-i mutlakasını inkâr ettirsin, saltanat-ı rububiyetini
hiçe indirsin? Yüz bin defa hâşâ ve kellâ!
Hiç mümkün müdür ki, bir baharı halk edemeyen ve
bütün meyveleri icat edemeyen ve yeryüzünde sikkeleri
bir olan bütün elmaları inşa edemeyen, onların bir misal-i
musağğarı olan bir elmayı halk edip ve o elmayı nimet
olarak birisine yedirsin, şükrünü kazansın, Mahmûd-i
Bilıtlak’a hamd noktasında iştirak etsin? Hâşâ! Çünkü, bir
elmayı halk eden kim ise, bütün dünyaya gelen elmaları
icat eden yine o olabilir. Çünkü sikke birdir. Hem, el-
maları icat eden kim ise, bütün dünyada medar-ı rızık
Mektubat | 401 |
Y
irminci
m
ekTup
marifet:
bilme, tanıma.
mazhar olmak:
nail olmak, eriş-
mek, kavuşmak.
medar:
yörünge, dayanak nokta-
sı.
medar-ı rızık:
rızkın sebebi, rızık-
lanma sebebi olan şeyler.
minnettar:
iyilik yapan birisine
karşı teşekkür duygusu içinde olan.
misal-i musağğar:
küçültülmüş
örnek.
mu’cizat-ı sanat:
sanat mu’cize-
leri.
muhabbet:
sevgi.
mukabil:
karşılık.
müsaade etme:
izin verme.
nev-i insan:
insan nevi, türü.
nimet:
iyilik, ihsan, Allah’ın bağış-
ladığı maddî ve manevî lütuf ve
ikramlar.
saltanat-ı rububiyet:
kâinatı ter-
biye ve idare edici olan Allah’ın
saltanatı.
Sâni:
her şeyi sanatlı olarak yara-
tan Allah.
Sâni-i Zülcelâl:
sonsuz büyüklük
sahibi olan ve her şeyi sanatla
yaratan, Allah.
saray-ı kâinat:
kâinat sarayı.
serfiraz:
benzerlerinden üstün
olan, başta gelen, seçkin.
sikke:
mühür, damga.
şükür:
görülen bir iyiliğe karşılık
hoşnutluk, memnunluk ve min-
nettarlık ifade etme, teşekkür.
tabiat:
kâinat, âlem ve içindeki-
ler; maddî âlem, doğa.
zîşuur:
şuurlu, şuur sahibi.
acz:
güçsüzlük.
cehil:
cahillik, bilgisizlik.
ehemmiyet:
önem.
enva-ı nimet:
nimet çeşitleri,
türleri.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
gayetülgaye:
asıl maksat, ga-
yenin gayesi.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
halk etmek:
yaratmak.
hamd:
methetme, övme.
hâşâ:
asla, hiçbir zaman.
hikmet-i bâhire:
geniş ve bü-
yük hikmet.
hikmet-i mutlaka:
sınırsız hik-
met, her yerde kendini göste-
ren gayeli, faydalı işleyiş.
ibadet:
kulluk.
icat etmek:
vücuda getirmek,
yoktan yaratmak.
ilm-i muhit:
her şeyi ihata
edici, kuşatıcı ilim.
inkâr etme:
reddetme, kabul
etmeme.
inşa etmek:
yapmak, bina et-
mek.
iştirak etmek:
ortak olmak,
katılmak.
izhar etme:
gösterme, mey-
dana çıkarma.
kâinat:
bütün âlemler, varlık-
lar.
kalbettirme:
dönüştürme, de-
ğiştirme.
kellâ:
kesinlikle, asla, hiç bir
zaman.
kudret-i mutlaka:
mutlak kud-
ret, sonsuz ve sınırsız kudret.
Mahmûd-i bilıtlak:
sınırsız ola-
rak ve her zaman övülmeye
ve hamde lâyık olan Cenab-ı
Allah.
makasıd-ı Rabbaniye:
terbi-
ye edici olan Cenab-ı Hakkın
maksatları, gayeleri.
1...,391,392,393,394,395,396,397,398,399,400 402,403,404,405,406,407,408,409,410,411,...1086
Powered by FlippingBook