Beşinci Fıkra:
ï= dG ...n
?Gn
P /
‘
o
¬o
Jn
Qr
óo
b
ibaresidir. Me-
ali şudur ki:
kudret-i İlâhiye, âlem-i ekberde haşmet-i rububiyetini
gösteriyor. rahmet-i rabbaniye ise, âlem-i asgar olan in-
sanda nimetleri tanzim ediyor. Yani, sâniin kudreti, kib-
riya ve celâl noktasında, kâinatı öyle muhteşem bir saray
şeklinde icat ediyor ki, güneşi büyük bir elektrik lâmbası,
kameri kandil ve yıldızları mumlar meyveleriyle yaldızlar,
elektrikler. Ve zemin yüzünü bir sofra, bir tarla, bir bah-
çe, bir haliçe ve dağları bir mahzen, birer direk, birer kal’a
ve hakeza, bütün eşyayı büyük bir mikyasta o büyük sa-
rayın levazımatı şekline getirerek şaşaalı bir surette haş-
met-i rububiyetini gösterdiği gibi; cemal noktasında, rah-
meti dahi, en küçük zîhayata kadar her zîruha enva-ı ni-
metini verir, onun ile tanzim eder, baştan aşağıya kadar
nimetlerle süsleyip lütuf ve keremle tezyin eder ve o haş-
met-i celâliyeye karşı cemal-i rahmetini o küçücük lisan-
larla, o büyük lisana karşı çıkarır.
Yani, güneş ve arş gibi büyük cirimler, haşmet lisanıy-
la “Yâ Celîl, yâ kebîr, yâ Azîm” dedikleri vakit, sinek ve
semek gibi o küçücük zîhayatlar dahi rahmet lisanıyla “Yâ
Cemîl, yâ rahîm, yâ kerîm” diyerek, o musika-i kübraya
lâtif nağamatlarını katıyorlar, tatlılaştırıyorlar.
Hiç mümkün müdür ki, o Celîl-i zülcemal’den ve o Ce-
mîl-i zülcelâl’den başka bir şey, kendi başıyla şu âlem-i
ekber ve asgara icat cihetinde müdahale edebilsin? Hâ-
şâ!
Mektubat | 395 |
Y
irminci
m
ekTup
kebîr:
ey büyüklük sahibi Allah.
kerem:
cömertlik, lütuf, bağış.
kerîm:
ey sonsuz ikram ve ihsan
sahibi Allah.
kibriya:
Cenab-ı Allah’ın azameti
ve kudreti, her cihetle büyüklü-
ğü.
kudret:
güç, kuvvet.
kudret-i İlâhiye:
Allah’ın kudreti,
Allah’ın güç, kuvvet ve iktidarı.
lâtif:
hoş, güzel yumuşak.
levazımat:
lâzım olan şeyler, ihti-
yaç maddeleri.
lisan:
dil.
lütuf:
iyilik, ikram ve yardımda
bulunma.
mahzen:
içinde eşya saklanacak
yer; depo.
meal:
mana, anlam.
mikyas:
ölçü, ölçek.
musika-i kübra:
en büyük musi-
ki, bütün kâinatta cereyan eden
İlâhî musika.
müdahale etme:
karışma, el at-
ma.
nağamat:
nağmeler, güzel sesler.
nimet:
iyilik, ihsan, Allah’ın bağış-
ladığı maddî ve manevî lütuf ve
ikramlar.
Rahîm:
sonsuz merhamet ve şef-
kat sahibi Allah.
rahmet:
acıma, merhamet etme.
rahmet-i Rabbaniye:
Allah’ın rah-
meti, merhameti, şefkati.
Sâni:
her şeyi sanatlı olarak yara-
tan Allah.
semek:
balık.
suret:
şekil, biçim, tarz.
şaşaalı:
gösterişli, parlak.
tanzim:
düzenleme.
tezyin etme:
süsleme, ziynetlen-
dirme.
yâ:
ey.
yaldız:
eşyaya altın veya gümüş
görüntüsü vermek için kullanılan
sıvı veya yaprak durumundaki al-
tın, gümüş ve bunların taklidi olan
madde.
zemin:
yer.
zîhayat:
hayat sahibi, canlı.
zîruh:
ruh sahibi, ruhlu.
âlem-i asgar:
en küçük âlem.
âlem-i ekber ve asgar:
en
büyük ve en küçük âlem.
âlem-i ekber:
en büyük âlem;
kâinat.
arş:
Allah’ın büyüklüğünün,
yüceliğinin tecelli ettiği yer.
azîm:
büyüklük sahibi Allah.
celâl:
büyüklük, azamet,
haşmet, ululuk.
Celîl:
sonsuz büyüklük ve haş-
met sahibi Allah.
Celîl-i Zülcemal:
cemal ve bü-
yüklük sahibi Allah.
cemal:
güzellik.
cemal-i rahmet:
rahmetin gü-
zelliği.
Cemîl:
sonsuz güzellik sahibi
Allah.
Cemîl-i Zülcelâl:
sonsuz bü-
yüklük, haşmet, izzet ve gü-
zellik sahibi Allah.
cihet:
yön, taraf.
cirim:
kütle, cansız cisim.
enva-ı nimet:
nimet çeşitleri,
türleri.
hakeza:
bunun gibi, benzeri.
haliçe:
ince dokunmuş küçük
halı.
hâşâ:
asla, hiçbir zaman.
haşmet:
heybet, ihtişam.
haşmet-i celâliye:
büyüklük
ve azametten kaynaklanan
ululuk.
haşmet-i rububiyet:
rablığın,
idare ve terbiye ediciliğin haş-
meti, heybeti, büyüklüğü.
ibare:
cümle.
icat:
vücuda getirme, yarat-
ma.
kâinat:
bütün âlemler, varlık-
lar.
kal’a:
büyük hisar, kale.
kamer:
ay.
kandil:
lâmba.