evet, Hâlık-ı Vahid’den başka kim güneşi arzlılara mu-
sahhar bir hizmetkâr eder? Ve o Vahid-i ehad’den başka
kim havayı elinde tutar, pek çok vazifelerle tavzif edip
rûy-i zeminde çevik çalâk bir hizmetkâr eder? Ve o Va-
hid-i ehad’den başka kimin haddine düşmüştür ki, ateşi
aşçı yapsın ve kibrit başı kadar bir zerrecik ateşe binler
batman eşyayı yuttursun? Ve hakeza, her bir şey, her bir
unsur, her bir ecram-ı ulviye, o haşmet-i rububiyet nok-
tasında Vahid-i zülcelâl’i gösterir.
İşte, celâl ve haşmet noktasında vahidiyet göründüğü
gibi, cemal ve rahmet noktasında dahi nimet ve ihsan,
ehadiyet-i İlâhiyeyi ilân eder. Çünkü, zîhayatta ve bilhas-
sa insanda, o derece sanat-ı camia içinde, hadsiz enva-ı
nimeti anlayacak, kabul edecek, isteyecek cihazat ve alet-
ler vardır ki, bütün kâinatta tecelli eden bütün esmasının
cilvesine mazhardır. Âdeta bir nokta-i mihrakıye hükmün-
de, bütün esma-i Hüsnayı birden mahiyetinin âyinesiyle
gösterir ve onunla ehadiyet-i İlâhiyeyi ilân eder.
Yedinci Fıkra:
@ p
ABG n
õr
Ln
’r
Gn
h pq
?o
µ r
dGp
‘
n
?Gn
P ?/
a o
¬o
à`s
µ
p
°S
p
ABÉ°n
†r
Yn
’r
Gn
h p
ºr
°ùp
ér
dG p
‘
Gn
ò'
g ?/
a o
¬o
ªn
JÉn
N
Meali şudur ki:
sâni-i zülcelâl, âlem-i ekberin heyet-i mecmuasında bir
sikke-i kübrası olduğu gibi, bütün eczasında ve envaında
dahi birer sikke-i vahdet koymuştur. Âlem-i asgar olan in-
sanın cisminde ve yüzünde birer hatem-i vahdaniyet bas-
tığı gibi, her bir azasında dahi birer mühr-i vahdeti var-
dır.
Mektubat | 397 |
Y
irminci
m
ekTup
hatem-i vahdaniyet:
Cenab-ı Al-
lah’ın birlik ve benzersizlik müh-
rü.
hey’et-i mecmua:
genel yapı, bir
şeyin tamamı.
hizmetkâr:
hizmetçi.
hükmünde:
yerinde, değerinde.
ihsan:
iyilik etme, güzel davran-
ma, lütuf, bağış, yardım.
kâinat:
bütün âlemler, varlıklar.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası, ni-
telik.
mazhar:
bir şeyin ortaya çıktığı,
göründüğü yer.
meal:
mana, anlam.
musahhar:
boyun eğen, emir al-
tına giren.
mühr-i vahdet:
Allah’ın birliğini
gösteren mühür, işaret.
nimet:
iyilik, ihsan, Allah’ın bağış-
ladığı maddî ve manevî lütuf ve
ikramlar.
nokta-i mihrakıye:
toplanma, bir
arada bulunma noktası; odak
noktası.
rahmet:
acıma, merhamet etme.
rûy-i zemin:
yeryüzü.
sanat-ı camia:
pek çok şeyi ken-
dinde toplayan sanat.
Sâni-i Zülcelâl:
sonsuz büyüklük,
haşmet, izzet sahibi olan ve her
şeyi sanatla yaratan Allah.
sikke-i kübra:
en büyük sikke,
mühür.
sikke-i vahdet:
Allah’ın birliğini
gösteren kendi zatına has sikke,
mühür, işaret.
tavzif:
vazifelendirme, görevlen-
dirme.
tecelli etme:
Cenab-ı Hakkın gü-
zel isimlerinin kâinatta ve insan-
larda görünmesi.
unsur:
madde, element; bir şeyin
parçası.
Vahid-i ehad:
bir olan ve birliği
her bir şeyde görünen Allah.
Vahid-i Zülcelâl:
sonsuz büyük-
lük, haşmet, izzet sahibi ve bir
olan Allah.
vahidiyet:
birlik, Cenab-ı Hakkın
her şeyde birden görülen birlik
tecellisi.
vazife:
görev, iş.
zîhayat:
hayat sahibi, canlı.
âdeta:
sanki.
âlem-i asgar:
en küçük âlem.
âlem-i ekber:
en büyük âlem;
kâinat.
arzlı:
yerde yaşayan.
âyine:
ayna.
aza:
organlar, uzuvlar.
batman:
eski ağırlık ölçülerin-
den olup, iki okka ile sekiz
okka arasında değişen ağırlık
ölçüsü. (1 okka = 1283gram)
bilhassa:
özellikle.
celâl:
büyüklük, azamet, ulu-
luk.
cemal:
güzellik.
cihazat:
uzuvlar, organlar.
cilve:
Allah’ın isimlerinin var-
lıklar üzerinde aksederek gö-
rünmesi.
çevik çalâk:
hareketli, çalış-
kan.
ecram-ı ulviye:
büyük gök ci-
simleri, yıldızlar ve gezegen-
ler.
ecza:
cüzler, parçalar, kısım-
lar.
ehadiyet-i İlâhiye:
Cenab-ı Al-
lah’ın her bir şeyde birliğinin
görünmesi.
enva:
çeşitler, türler.
enva-ı nimet:
nimet çeşitleri,
türleri.
esma:
isimler, adlar.
esma-i Hüsna:
Allah’ın güzel
isimleri.
had:
yetki, sınır.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakeza:
bunun gibi, benzeri.
Hâlık-ı Vahid:
bir ve tek olan
yaratıcı, Allah.
haşmet:
büyüklük, heybet, ih-
tişam.
haşmet-i rububiyet:
rablığın,
idare ve terbiye ediciliğin haş-
meti, heybeti, büyüklüğü.