iradesiyle, bitmez rahmetiyle, tükenmez hazinesiyle, hiç-
birini unutmayarak, şaşırmayarak, karıştırmayarak, ge-
ciktirmeyerek, ayrı ayrı bütün o üç yüz binden ziyade mil-
letleri ve taifeleri kemal-i intizam ile, tamam-ı mizan ile,
vakti vaktine, ayrı ayrı erzaklarını, ayrı ayrı elbiselerini,
ayrı ayrı silâhlarını vererek, ayrı ayrı talimat yaptırarak,
ayrı ayrı terhisat ettiğini, gözü bulunan, bilmüşahede gö-
rür ve kalbi bulunan, biaynelyakîn tasdik eder.
İşte, hiç mümkün müdür ki, şu ihya ve idareye ve şu
terbiye ve iaşeye, o orduyu bütün şuunatıyla ihata eden
bir ilm-i muhitin ve o orduyu bütün levazımatıyla idare
eden bir kudret-i mutlakanın sahibinden başkası karışa-
bilsin, müdahale edebilsin, onda hissesi olsun? Yüz bin-
ler defa hâşâ!
Malûmdur ki, bir taburda on millet bulunsa, ayrı ayrı
teçhiz etmesi on tabur kadar güç olduğundan, âciz insan-
lar, ister istemez bir tarzda teçhize mecbur olmuşlar. Hâl-
buki,
HayyüKayyum
, şu muhteşem ordusu içinde, üç
yüz binden ziyade milletlere ayrı ayrı teçhizat-ı hayatiye-
yi veriyor. Hem külfetsiz, müşkülâtsız, kolay bir tarzda,
hafif bir şekilde, gayet hakîmâne ve intizamperverâne
veriyor. Ve koca orduya bir tek lisan ile,
(1)
»/
«r
ë
o
j
…/
òs
dGn
ƒo
g
dedirtip, kâinat mescidinde o cemaat-i uzmaya
(2)
ïdG ...l
?r
ƒn
f n
’n
h l
án
æp
°S o
?o
òo
Nr
Én
J n
’ o
?ƒ t
«n
? r
dG t
»n
ë r
dG n
ƒo
g s
’p
G n
¬ '
d p
G n
B’ *n
G
okutturuyor.
Mektubat | 403 |
Y
irminci
m
ekTup
hayat veren ve onları ayakta tu-
tan Allah.
hisse:
pay.
iaşe:
geçindirme, besleme, yedi-
rip içirme.
ibadet:
kulluk.
idare etme:
yönetme; bir işi yü-
rütme, çekip çevirme.
ihata etme:
kuşatma, sarma.
ihya:
hayat verme, diriltme, can-
landırma.
ilâh:
kendisine ibadet edilen.
ilm-i muhit:
her şeyi ihata edici,
kuşatıcı ilim.
intizamperverâne:
her şeyi ter-
tipli ve düzenli yaparak.
irade:
dileme, karar verebilme ve
bu kararı yerine getirme gücü.
kâinat:
bütün âlemler, varlıklar.
kayyum:
her şeyin varlığı onunla
ayakta duran ve devam eden, Al-
lah.
kemal-i intizam:
intizamın mü-
kemmel oluşu, tam ve eksiksiz
düzen.
kudret-i mutlaka:
sonsuz ve sı-
nırsız kudret.
külfet:
sıkıntı, zorluk.
lâyık:
uygun, yakışır.
levazımat:
ihtiyaç maddeleri, lâ-
zım olan şeyler.
lisan:
dil.
malûm:
bilinen.
mecbur olmuş:
bir işi yapmak zo-
runda kalmış.
mescit:
ibadet edilecek yer.
müdahale etme:
karışma, el at-
ma, araya girme.
müşkülât:
güçlükler, zorluklar.
rahmet:
acıma, merhamet etme.
şuunat:
keyfiyet ve hâller; işler,
fiiller, faaliyetler.
tabur:
askerî birlik.
taife:
gurup, topluluk.
talimat:
talimler, eğitimler, emir-
ler.
tamam-ı mizan:
ölçünün tam ol-
ması.
tasdik:
doğruluğunu kabul etme,
doğrulama.
teçhiz etme:
donatma, hazırlama.
teçhizat-ı hayatiye:
hayatı temin
eden, hayatla ilgili donanımlar.
tedbir:
idare etme, çekip çevir-
me.
terbiye:
besleme, yetiştirme, bü-
yütme.
terhisat:
izin vermeler, serbest bı-
rakılmalar.
vücut:
var olma, varlık.
ziyade:
fazla, çok.
âciz:
gücü yetmez, güçsüz.
beka:
sonsuzluk, devamlılık.
biaynelyakîn:
görür derece-
de kesin olarak bilme, görür
gibi bilme.
bilmüşahede:
görerek, bizzat
şahit olarak.
cemaat-i uzma:
en büyük top-
luluk.
ebedî:
sonu olmayan, sürekli,
hiç son bulmayacak şekilde
süren.
erzak:
rızıklar.
ezelî:
başlangıcı olmayan, baş-
langıçsız.
gayet:
son derece.
hakîmâne:
hikmetli bir şekil-
de; belirli gayelere yönelik,
yerli yerinde olarak. faydalı bir
şekilde.
hâşâ:
asla, hiçbir zaman.
Hayy:
gerçek, ezelî ve ebedî
hayat sahibi olan, Allah.
Hayy ü kayyum:
her canlıya
1.
Hayatı veren ancak Odur.
2.
Allahü Teâlâ ki, Ondan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. O Hayy’dır, ezelî ve ebedî ha-
yat sahibidir; O Kayyum’dur, varlığı için hiçbir sebebe ihtiyacı olmadığı gibi, bütün eşya
Onun yaratmasıyla ve tedbiriyle devam eder ve vücutta kalır, beka bulur. Onu ne uyukla-
ma ve ne de uyku tutmaz… (Bakara Suresi: 255.)