Hem umum zîhayatın, ipham ünvanı altında bir ka-
nun-i taayyüne bağlı olan ecelleri, ölümleri bir ilm-i mu-
hiti gösteriyor. Çünkü her taifenin, gerçi fertlerin zahi-
ren muayyen bir vakt-i eceli görünmüyor, fakat o taife-
nin iki had ortasında mahdut bir zamanda ecelleri muay-
yendir. o ecel hengâmında, o şeyin arkasında vazifesini
idame edecek olan neticesinin, meyvesinin, çekirdeğinin
muhafazası ve bir taze hayata inkılâp ettirmesi, yine o
ilm-i muhiti gösteriyor.
Hem bütün mevcudata şamil, her bir mevcuda lâyık
bir surette rahmetin taltifatı, bir rahmet-i vâsia içinde bir
ilm-i muhiti gösteriyor. Çünkü, meselâ, zîhayatın etfalle-
rini süt ile iaşe eden ve zeminin suya muhtaç nebatatına
yağmur ile yardım eden, elbette etfali tanır, ihtiyaçlarını
bilir ve o nebatatı görür ve yağmurun onlara lüzumunu
derk eder; sonra gönderir. Ve hakeza, bütün hikmetli,
inayetli rahmetinin hadsiz cilveleri, bir ilm-i muhiti gös-
teriyor.
Hem bütün eşyanın sanatındaki ihtimamat ve sanatkâ-
râne tasvirat ve mahirâne tezyinat, bir ilm-i muhiti göste-
riyor. Çünkü, binler vaziyet-i muhtemele içinde, munta-
zam ve müzeyyen, sanatlı ve hikmetli bir vaziyeti intihap
etmek, derin bir ilim ile olur. Bütün eşyadaki şu tarz-ı in-
tihabat, bir ilm-i muhiti gösteriyor.
Hem icat ve ibda-i eşyada kemal-i sühulet, bir ilm-i
ekmele delâlet eder. Çünkü bir işte kolaylık ve bir vazi-
yette sühulet, derece-i ilim ve maharetle mütenasiptir.
Mektubat | 411 |
Y
irminci
m
ekTup
mahdut:
sınırlanmış.
mahirâne:
maharetle, ustaca.
mevcudat:
varlıklar.
mevcut:
varlık.
muayyen:
belli, belirli.
muhafaza:
koruma, saklama.
muhtaç:
ihtiyacı olan.
muntazam:
düzenli, tertipli.
mütenasip:
birbirine uygun, ölçü-
lü, orantılı.
müzeyyen:
süslenmiş, süslü.
nebatat:
bitkiler.
netice:
sonuç.
rahmet:
acıma, merhamet etme,
esirgeme, bağışlama.
rahmet-i vâsia:
bütün mahlûkatı
içine alan genişlikte ve bol rah-
met.
sanatkârâne:
sanatlı bir biçimde,
bir sanatkâra yakışacak şekilde.
suret:
şekil, biçim.
sühulet:
kolaylık.
şamil:
içine alan, kaplayan, çev-
releyen.
taife:
gurup, topluluk.
taltifat:
lütuf ve iyilikte bulunma
işleri.
tarz-ı intihabat:
seçmelerin tarzı,
biçimi.
tasvirat:
tasvirler; şekil ve suret
vermeler.
tezyinat:
süslemeler.
umum:
bütün.
ünvan:
ad, isim.
vakt-i ecel:
ölüm vakti.
vazife:
görev.
vaziyet:
durum, hâl.
vaziyet-i muhtemel:
ihtimal da-
hilinde olan vaziyet, mümkün ola-
bilir durum.
zahiren:
görünüşte, görünüşe gö-
re.
zemin:
yeryüzü.
zîhayat:
hayat sahibi, canlı.
cilve:
yansıma, görünme.
delâlet:
delil olma, gösterme.
derece-i ilim:
bilme derecesi,
bilgi mertebesi.
derk etme:
anlama, kavrama.
ecel:
her mahlûkun ve canlı-
nın Allah tarafından takdir edi-
len ölüm vakti.
etfal:
çocuklar, tıfıllar.
fert:
şahıs, kişi.
had:
sınır.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakeza:
bunun gibi, benzeri.
hengâm:
zaman, an.
hikmet:
her şeyin belirli ga-
yelere yönelik olarak, manalı,
faydalı ve yerli yerinde olma-
sı.
iaşe:
geçindirme, besleme.
ibda-i eşya:
eşyanın yoktan
yaratılması.
idame etme:
devam ettirme,
sürdürme.
ihtimamat:
özenle iş görme-
ler, özen göstermeler.
ilm-i ekmel:
en mükemmel
ilim, tam ve eksiksiz ilim.
ilm-i muhit:
her şeyi ihata
edici, kuşatıcı ilim.
inayet:
yardım; ihsan, lütuf.
inkılâp ettirme:
değiştirme,
dönüştürme.
intihap etme:
seçme, tercih
etme.
ipham:
belirsizlik, kapalılık, giz-
lilik.
kanun-i taayyün:
belirgin ol-
ma kanunu.
kemal-i sühulet:
kolaylığın
son derecesi, tam bir kolaylık.
lâyık:
uygun, yakışır.
lüzum:
gerekme, ihtiyaç, ge-
reklik.
maharet:
ustalık, beceriklilik,
hüner.