•
Birincimenbaolanimdad-ıvahidiyet
: Yani, her şey
ve bütün eşya, bir tek zatın mülkü olsa, o vakit, vahidiyet
cihetiyle her bir şeyin arkasında bütün eşyanın kuvvetini
tahşit edebilir. Ve bütün eşya, bir tek şey gibi kolayca ida-
re edilir. Şu sırrı, şöyle bir temsil ile fehme takrip için de-
riz:
Meselâ, nasıl ki bir memleketin tek bir padişahı bulun-
sa, o padişah o vahdet-i saltanat kanunu cihetiyle, her bir
neferin arkasında bir ordu kuvvet-i maneviyesini tahşit
edebilir; ve edebildiği için, o tek nefer, bir şahı esir ede-
bilir ve şahın fevkinde, padişahı namına hükmedebilir.
Hem o padişah, vahidiyet-i saltanat sırrıyla, bir neferi ve
bir memuru istihdam ve idare ettiği gibi, bütün orduyu ve
bütün memurlarını idare edebilir. güya vahidiyet-i salta-
nat sırrıyla, herkesi, her şeyi, bir ferdin imdadına gönde-
rebilir. Ve her bir ferdi, bütün efrat kadar bir kuvvete is-
tinat edebilir, yani ondan medet alabilir. eğer o vahidi-
yet-i saltanat ipi çözülse ve başıbozukluğa dönse, o vakit
her bir nefer, hadsiz bir kuvveti birden kaybedip, yüksek
bir makam-ı nüfuzdan sukut eder, adî bir adam makamı-
na gelir. Ve onların idare ve istihdamları, efrat adedince
müşkülât peyda eder.
Aynen öyle de,
(1)
'
¤r
Yn
’r
G o
?n
ãn
Ÿr
G !n
h
, şu kâinatın sânii, Va-
hid olduğundan, her bir şeye karşı, bütün eşyaya müte-
veccih olan esmayı tahşit eder. Ve nihayetsiz bir sanatla,
kıymettar bir surette icat eder. lüzum olsa, bütün eşya
ile bir tek şeye bakar, baktırır, medet verir ve kuvvetli
Mektubat | 417 |
Y
irminci
m
ekTup
menba:
kaynak.
mülk:
üzerinde tasarruf hakkı bu-
lunan şey, mal.
müşkülât:
güçlükler, zorluklar.
müteveccih olan:
yönelen.
nefer:
rütbesiz asker, er.
nihayetsiz:
sınırsız, sonsuz.
padişah:
sultan, hükümdar.
peyda etme:
meydana gelme, or-
taya çıkma.
Sâni:
her şeyi sanatlı olarak yara-
tan Allah.
sır:
gizli hakikat.
sukut etmek:
düşmek.
suret:
şekil, biçim.
şah:
padişah, sultan, hükümdar.
tahşit etmek:
toplamak, yığmak;
desteklemek.
tahşit:
yığma, toplama; destekle-
me.
takrip:
yaklaştırma, yanaştırma.
temsil:
misal getirme, örnek, ben-
zetme.
vahdet-i saltanat:
Allah’ın salta-
natında, hâkimiyetinde bir ve tek
oluşu.
Vahid:
bir, tek, eşi, benzeri olma-
yan Allah
vahidiyet:
birlik.
vahidiyet-i saltanat:
saltanatın
birliği; hâkimiyetin tek bir kişiye
ait olması.
zat:
kişi, şahıs.
adî:
değersiz, basit.
cihet:
yön.
efrat:
fertler, tek olanlar.
esir:
tutsak.
esma:
isimler, adlar.
fehim:
anlama, anlayış, akıl.
fert:
şahıs, kişi.
fevkinde:
üstünde.
güya:
sanki.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
icat etmek:
vücuda getirmek,
yoktan yaratmak .
idare etmek:
yönetmek; çe-
kip çevirmek.
imdad-ı vahidiyet:
kâinattaki
bütün varlıkların, yaratılmışla-
rın bir elden çıkmış olmasının,
kâinatta yapılan faaliyetlerde
sağladığı kolaylık, yardım ve
destek.
istihdam:
hizmet ettirme, ça-
lıştırma.
istinat etmek:
dayanmak.
kâinat:
bütün âlemler, varlık-
lar.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
kuvvet-i maneviye:
manevî
kuvvet.
lüzum:
lâzım olma hâli, ge-
rekme, ihtiyaç.
makam:
mevki, yer.
makam-ı nüfuz:
tesir, etki ma-
kamı.
medet vermek:
yardım et-
mek.
medet:
yardım.
1.
En yüce sıfatlar Allah’ındır. (Nahl Suresi: 60.)