Hem o cüz’iyatı icat eden kim ise, cüz’iyatı ihata eden
unsurları ve semavat ve arzı dahi o halk etmiştir. Çünkü,
görüyoruz ki, cüz’iyat, külliyata nispeten birer çekirdek,
birer küçük nüsha hükmündedir. öyle ise, o cüz’îleri halk
eden zatın elinde, anasır-ı külliye ve semavat ve arz bu-
lunmalıdır. tâ ki, hikmetinin düsturlarıyla ve ilminin mi-
zanlarıyla, o küllî ve muhit mevcudatın hulâsalarını, ma-
nalarını, numunelerini, o küçücük misal-i musağğarlar
hükmünde olan cüz’iyatta derç edebilsin.
evet, acaib-i sanat ve garaib-i hilkat noktasında cüz’iyat
külliyattan geri değil; çiçekler yıldızlardan aşağı değil; çe-
kirdekler ağaçların mâdûnunda değil. Belki, çekirdekteki
nakş-ı kader olan manevî ağaç, bağdaki nesc-i kudret olan
mücessem ağaçtan daha aciptir. Ve hilkat-i insaniye, hil-
kat-i âlemden daha aciptir. nasıl ki bir cevher-i fert üs-
tünde, esîr zerratıyla bir kur’ân-ı hikmet yazılsa, semavat
yüzündeki yıldızlarla yazılan bir kur’ân-ı azametten kıy-
metçe daha ehemmiyetli olabilir; öyle de, çok küçük
cüz’iyatlar var, mu’cizat-ı sanatça külliyattan üstündür.
Beşincisi:
sabık beyanatımızda, icad-ı mahlûkatta
görünen hadsiz kolaylık, gayet derecede çabukluk, niha-
yetsiz sür’at-i ef’al, nihayetsiz sühuletle icad-ı eşyanın sır-
larını hikmetlerini bir derece gösterdik. İşte şu nihayetsiz
sür’at ve hadsiz sühuletle vücud-i eşya, ehl-i hidayete şöy-
le kat’î bir kanaat verir ki:
Mektubat | 425 |
Y
irminci
m
ekTup
icat etmek:
vücuda getirmek, yok-
tan yaratmak.
ihata etmek:
sarmak, kuşatmak.
kanaat:
fikir, görüş, inanma.
kat’î:
kesin, şüphesiz.
kur’ân-ı azamet:
büyüklük ve yü-
celiğin Kur’ân’ı.
kur’ân-ı hikmet:
hikmet Kur’ân’ı.
küllî:
bütüne ait; umumî, çok, bü-
yük, çok miktarda.
külliyat:
büyük ve bütün olan.
mâdûn:
aşağı, alt, alt derece.
mana:
anlam.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
mevcudat:
varlıklar.
misal-i musağğar:
küçültülmüş
örnek.
mizan:
ölçü.
mu’cizat-ı sanat:
sanat mu’cize-
leri.
muhit:
kuşatan, saran.
mücessem:
cisimlenmiş, cisim hâ-
line gelmiş.
nakş-ı kader:
kader yazısı, alın
yazısı.
nesc-i kudret:
İlâhî kudret doku-
ması.
nihayetsiz:
sonsuz.
nispeten:
kıyasla, oranla.
numune:
örnek.
nüsha:
yazılı, yazılmış şey.
sabık:
geçen, geçmiş, önceki.
semavat:
semalar, gökler.
sühulet:
kolaylık.
sür’at-i ef’al:
fiillerdeki sür’at, hız.
unsur:
madde, element.
vücud-i eşya:
eşyanın varlığı, vü-
cudu, meydana gelmesi.
Zat:
büyüklük ve yücelik sahibi
olan Zat, Allah.
zerrat:
zerreler, atomlar.
acaib-i sanat:
sanat harikala-
rı.
acip:
harika; şaşılacak, hayret
edilecek şey.
anasır-ı külliye:
dünyanın her
tarafına yayılmış olan unsur-
lar, maddeler, elementler.
arz:
yer, dünya.
beyanat:
açıklamalar, izahlar.
cevher-i fert:
ferdin cevheri,
en küçük cisim, atom.
cüz’iyat:
ufak tefek şeyler.
cüz’î:
az, pek az; parçaya ait
olan.
derç etme:
yerleştirme.
düstur:
kanun, kaide, kural,
prensip.
ehemmiyet:
önemli.
ehl-i hidayet:
hidayette ve
doğru yolda olanlar.
esîr:
kâinattaki boşlukları dol-
duran, havadan hafif olup ısı
ve ışığı nakleden madde.
garaib-i hilkat:
yaratılış hari-
kaları.
gayet:
son derece,
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
halk eden:
yaratan.
halk etmek:
yaratmak.
hikmet:
gaye, fayda, yarar;
herkesin bilmediği gizli sebep;
gizli, bilinmeyen nokta, İlâhî
gaye.
hilkat-i âlem:
âlemin yaratılı-
şı.
hilkat-i insaniye:
insanlığın
yaratılışı.
hulâsa:
bir şeyin özü, esası,
temel kısmı.
icad-ı eşya:
eşyanın vücuda
getirilmesi, varlıkların yaratıl-
ması.
icad-ı mahlûkat:
yaratılmış-
ların vücuda gelmeleri, yok-
tan yaratılmaları.