cennet ve cehennemin icadı, bir güz mevsiminde ölmüş
ağaçların yeniden bir baharda ihyaları kadar kolaydır.
•
ÜçüncüSır
: Adem-i tahayyüz ve adem-i tecezzinin ni-
hayet derecede olan kolaylığa sebebiyet vermelerinin sır-
rı ise şudur ki:
Madem sâni-i kadîr mekândan münezzehtir; elbette
kudretiyle her mekânda hazır sayılır. Ve madem tecezzi
ve inkısam yoktur; elbette her şeye karşı bütün esmasıy-
la müteveccih olabilir. Ve madem her yerde hazır ve her
şeye müteveccih olur; öyle ise mevcudat ve vesait ve
ecram, onun ef’aline mümanaat etmez, ta’vik etmez; bel-
ki hiç lüzum yok. Faraza lüzum olsa, elektriğin telleri gibi
ve ağacın dalları gibi ve insanın damarları gibi, eşya, ve-
sile-i teshilât ve vasıta-i vusul-i hayat ve sebeb-i sür’at-i
ef’al hükmüne geçer. ta’vik, takyit, men ve müdahale
şöyle dursun, belki teshil ve tesri ve isale vesile hükmüne
geçer. demek, kadîr-i zülcelâl’in tasarrufat-ı kudretine,
her şey itaat ve inkıyat cihetinde –ihtiyaç yok; eğer ihti-
yaç olsa– kolaylığa vesile olur.
E l hâ s ı l
: sâni-i kadîr, külfetsiz, mualecesiz, sür’atle,
sühuletle, her şeyi, o şeye lâyık bir surette halk eder. kül-
liyatı cüz’iyat kadar kolay icat eder. Cüz’iyatı külliyat ka-
dar sanatlı halk eder.
evet, külliyatı ve semavatı ve arzı halk eden kim ise,
semavat ve arzda olan cüz’iyatı ve efrad-ı zîhayatiyeyi
halk eden elbette yine odur ve ondan başka olamaz.
Çünkü o küçük cüz’iyat, o külliyatın meyveleri, çekirdek-
leri, misal-i musağğarlarıdır.
adem-i tahayyüz:
hacimsizlik, yer
ile bağlı olmama.
adem-i tecezzi:
parçalanmazlık,
bölünmez oluş.
arz:
yer, dünya.
cihet:
yön.
cüz’iyat:
bir bütünün yapı taşları;
küçük parçalar.
ecram:
cirimler, kütleler; gezegen-
ler.
ef’al:
fiiller, işler.
efrad-ı zîhayatiye:
can taşıyan
fertler, hayat sahiplerinin tama-
mı.
elhâsıl:
sonuç olarak, özetle.
esma:
isimler, adlar.
faraza:
farz edelim ki, söz gelişi.
güz:
sonbahar.
halk eden:
yaratan.
halk etmek:
yaratmak.
icat etmek:
vücuda getirmek, yok-
tan yaratmak.
ihya:
hayat verme, diriltme.
inkısam:
bölünme, kısımlara ay-
rılma.
inkıyat:
boyun eğme, baş eğme.
isale:
akıtma, hareket ettirme.
itaat:
boyun eğme, emre uyma.
kadîr-i Zülcelâl:
büyüklük sahibi
ve her şeye gücü yeten Allah.
kudret:
güç, kuvvet.
külfetsiz:
sıkıntısız, zahmetsiz.
külliyat:
bütünler, parçalardan, bi-
rim elemanlardan meydana ge-
lenler; büyük cisimler.
lâyık:
uygun, yakışır.
mekân:
yer.
men:
mâni, engel.
Y
irminci
m
ekTup
| 424 | Mektubat
mevcudat:
bütün âlemler, kâ-
inat.
misal-i musağğar:
küçültül-
müş örnek.
mualecesiz:
zahmetsiz, sıkın-
tısız.
müdahale:
karışma, el atma,
araya girme.
mümanaat:
mâni olma, en-
gel olma.
münezzeh:
uzak, arınmış, te-
miz; bir şeye ihtiyacı bulun-
mayan.
müteveccih olma:
yönelme.
nihayet:
son.
Sâni-i kadîr:
her şeye gücü
yeten ve her şeyi sanatlı ya-
ratan Allah.
sebeb-i sür’at-i ef’al:
fiillerin
sür’at kazanması, hızlanması
sebebi.
sebebiyet:
sebep olma.
semavat:
semalar, gökler.
suret:
şekil, biçim.
sühulet:
kolaylık.
ta’vik:
geciktirme, ilerlemesi-
ne engel olma.
takyit:
kayıt ve şarta bağla-
ma, sınırlandırma.
tasarrufat-ı kudret:
Cenab-ı
Allah’ın kudretinin işleri, icra-
atları.
tecezzi:
parçalara ayrılma, bö-
lünme.
teshil:
kolaylaştırma, kolay ha-
le getirme.
tesri:
hızlandırma, sür’at ver-
me, çabuklaştırma.
vasıta-i vusul-i hayat:
haya-
ta kavuşma vasıtası, vesilesi,
aracı.
vesait:
vasıtalar, araçlar.
vesile:
sebep, vasıta, araç.
vesile-i teshilât:
kolaylık ve-
silesi.