sâni-i kâinat, elbette kâinat cinsinden değildir. Mahi-
yeti, hiçbir mahiyete benzemez. öyle ise, kâinat dairesin-
deki mânialar, kayıtlar onun önüne geçemez, onun ic-
raatını takyit edemez; bütün kâinatı birden tasarruf edip
çevirebilir. eğer kâinat yüzündeki görünen tasarrufat ve
ef’al, kâinata havale edilse, o kadar müşkülât ve karışık-
lığa sebebiyet verir ki, hiçbir intizam kalmadığı gibi, hiç-
bir şey dahi vücutta kalmaz, belki vücuda gelemez.
Meselâ, nasıl ki kemerli kubbelerdeki ustalık sanatı o
kubbedeki taşlara havale edilse ve bir taburun zabite ait
idaresi neferata bırakılsa, ya hiç vücuda gelmez, veyahut
çok müşkülât ve karışıklık içinde, intizamsız bir vaziyet
alacak. Hâlbuki, o kubbelerdeki taşlara vaziyet vermek
için, taş nev’inden olmayan bir ustaya verilse ve taburda-
ki neferatın idaresi, mertebe itibarıyla zabitlik mahiyetini
haiz olan bir zabite havale edilse, hem sanat kolay olur,
hem tedbir ve idare sühuletli olur. Çünkü taşlar ve nefer-
ler birbirine mâni olurlar; usta ve zabit ise, mânisiz, her
noktaya bakar, idare eder.
İşte,
(1)
'
¤r
Yn
’r
G o
?n
ãn
Ÿr
G !n
h
, Vacibü’l-Vücud’un mahiyet-i
kudsiyesi, mahiyat-ı mümkinat cinsinden değildir. Belki,
bütün hakaik-ı kâinat, o mahiyetin esma-i Hüsnasından
olan Hak isminin şualarıdır. Madem mahiyet-i mukadde-
sesi hem Vacibü’l-Vücud’dur, hem maddeden mücerret-
tir, hem bütün mahiyata muhaliftir; misli, misali, mesili
yoktur. elbette, o zat-ı zülcelâl’in o kudret-i ezeliyesine
nispeten bütün kâinatın idaresi ve terbiyesi, bir bahar, bel-
ki bir ağaç kadar kolaydır. Haşr-i azam ve dâr-ı ahiret,
Mektubat | 423 |
Y
irminci
m
ekTup
mahiyet-i kudsiye:
her türlü nok-
sanlıktan uzak mahiyet.
mahiyet-i mukaddese:
mukad-
des mahiyet; kusur ve noksanlar-
dan uzak, temiz, kutsal mahiyet.
mâni:
engel.
mânialar:
engeller, zorluklar.
mesil:
aynı, eş.
misal:
örnek.
misli:
benzer.
muhalif:
karşıt, zıt.
mücerret:
cisim hâlinde bulun-
mayan, gözle görülmeyen, elle tu-
tulmayan, soyut.
müşkülât:
güçlükler, zorluklar.
nefer:
rütbesiz asker, er.
neferat:
rütbesiz askerler, erler.
nevi:
çeşit, tür.
nispeten:
kıyasla, oranla.
Sâni-i kâinat:
kâinatı mükemmel
bir sanatla yaratan Allah.
sebebiyet verme:
sebep olma.
sühulet:
kolaylık.
şua:
ışın.
tabur:
askerî birlik.
takyit etmek:
kayıt altına almak,
sınırlandırmak.
tasarruf etme:
bir şeyin sahibi
olup idare etme, mülkünü istedi-
ği gibi kullanma.
tasarrufat:
bir şeyin sahibi olup
idare etmeler, mülkünü istediği
gibi kullanmalar.
tedbir:
idare etme, yönetme.
terbiye:
besleme, yetiştirme, bü-
yütme.
Vacibü’l-Vücud:
varlığı zarurî ve
şart olan; varlığı gerekli olan yok-
luğu düşünülemeyen; varlığı zatî,
ezelî olup varlığı vücut tabakala-
rının en sağlamı, en kuvvetlisi ve
en mükemmeli olan Allah.
vaziyet:
durum, duruş, hâl.
zabit:
subay.
Zat-ı Zülcelâl:
celâl ve büyüklük
sahibi zat, Allah.
dâr-ı ahiret:
ahiret yurdu.
ef’al:
fiiller, işler.
esma-i Hüsna:
Allah’ın güzel
isimleri.
haiz olan:
taşıyan, sahip olan.
Hak:
her şeyi hakkıyla yara-
tan, varlığı hak olan ve her
hakkın sahibi olan Allah.
hakaik-ı kâinat:
yaratılanlara
ait gerçekler.
haşr-i azam:
büyük haşir; kı-
yametten sonra bütün insan-
ların bir yere toplanmaları, Al-
lah’ın ölüleri diriltip mahşere
çıkarması.
havale etmek:
bir işi veya bir
şeyi başka birine bırakmak.
icraat:
işler; iş yapma, faali-
yet.
idare etme:
yönetme; çekip
çevirme.
intizam:
düzen, tertip, düz-
günlük.
intizamsız:
düzensiz, tertipsiz.
kâinat:
bütün âlemler, varlık-
lar.
kubbe:
yarım küre veya küm-
betimsi yapılan bina damı.
kudret-i ezeliye:
başı-sonu ol-
mayan sonsuz İlâhî kudret,
kuvvet.
mahiyat:
özellikler, nitelikler.
mahiyat-ı mümkinat:
yaratı-
lanların mahiyetleri, kimlikle-
ri, yapıları.
mahiyet:
özellik, nitelik.
1.
En yüce sıfatlar Allah’ındır. (Nahl Suresi: 60.)