demek, vücut rüsuh peyda ettikçe, kuvvet ziyadeleşir;
az bir şey, çok hükmüne geçer. Hususan vücut rüsuh-i
tam kazandıktan sonra, maddeden mücerret ise, kayıt al-
tına girmezse, o vakit cüz’î bir cilvesi, sair hafif tabakat-ı
vücudun çok âlemlerini çevirebilir.
İşte,
(1)
'
¤r
Yn
’r
G o
?n
ãn
Ÿr
G !n
h
, şu kâinatın sâni-i zülcelâl’i, Va-
cibü’l-Vücud’dur. Yani, onun vücudu zatîdir, ezelîdir,
ebedîdir, ademi mümtenidir, zevali muhaldir ve tabakat-ı
vücudun en rasihi, en esaslısı, en kuvvetlisi, en mükem-
melidir. sair tabakat-ı vücut, onun vücuduna nispeten ga-
yet zayıf bir gölge hükmündedir. Ve o derece Vücud-i Va-
cip, rasih ve hakikatli; ve vücud-i mümkinat o derece ha-
fif ve zayıftır ki, Muhyiddin-i Arabî gibi çok ehl-i tahkik,
sair tabakat-ı vücudu evham ve hayal derecesine indirmiş-
ler,
n
ƒo
g s
’p
G n
Oƒo
Lr
ƒn
e n
B’
demişler. Yani, “
Vücud-iVacib’enis-
petenbaşkaşeylerevücutdenilmemeli;onlarvücutün-
vanınalâyıkdeğillerdir
” diye hükmetmişler.
İşte, Vacibü’l-Vücud’un hem vacip, hem zatî olan kud-
retine karşı, mevcudatın hem hâdis, hem arızî vücutları
ve mümkinatın hem kararsız, hem kuvvetsiz sübutları, el-
bette nihayet derecede kolay ve hafif gelir. Bütün ruhla-
rı haşr-i azamda ihya edip muhakeme etmek, bir bahar-
da, belki bir bahçede, belki bir ağaçta haşir ve neşrettiği
yaprak ve çiçek ve meyveler kadar kolaydır.
•
İkinciSır:
Mübayenet-i mahiyet ve adem-i takayyüdün
kolaylığa sebebiyeti ise şudur ki:
adem:
yokluk.
adem-i takayyüt:
kayıtsızlık; bağ-
lı, sınırlı olmayış.
âlem:
dünya.
arızî:
sonradan olan.
cilve:
yansıma, görünme.
cüz’î:
pek az.
ebedî:
sonu olmayan, sürekli.
ehl-i tahkik:
gerçeği araştıranlar;
hakikatleri delilleriyle bilen âlim-
ler.
evham:
vehimler, kuruntular, kuş-
kular; olmayan bir şeyi olur zan-
netmeler.
ezelî:
öncesiz, başlangıçsız, varlı-
ğının başlangıcı olmayan.
gayet:
son derece, çok.
hâdis:
sonradan olan.
hakikat:
gerçek.
haşr-i azam:
kıyametten sonra
bütün insanların bir yere toplan-
maları, Allah’ın ölüleri diriltip mah-
şere çıkarması.
hususan:
özellikle.
hükmetmek:
bir meselenin ince-
lenmesinden sonra bir karara var-
mak.
hükmünde:
değerinde, gibi.
hükmüne geçmek:
yerine geç-
mek, onun gibi olmak.
ihya:
hayat verme, diriltme.
kâinat:
bütün âlemler, varlıklar.
kudret:
güç, kuvvet.
lâ mevcude illâ hû:
ondan başka
hiçbir gerçek varlık yoktur.
lâyık:
uygun, yakışır.
mevcudat:
varlıklar.
muhakeme etmek:
yargılamak,
muhal:
imkânsız.
mübayenet-i mahiyet:
mahiyet-
teki farklılık, ayrılık.
mücerret:
gözle görülmeyen, elle
tutulmayan, soyut.
mümkinat:
varlığı ile yokluğu im-
kân dahilinde olup, Allah’ın var
etmesine bağlı olanlar.
mümteni:
mümkün olmayan, im-
kânsız.
neşretmek:
yaymak.
nihayet:
son.
nispeten:
kıyasla, oranla.
peyda etmek:
kazanmak, edin-
mek.
rasih:
sağlam.
rüsuh:
sağlam olma, sağlam-
lık.
rüsuh-i tam:
tam bir sağlam-
lık.
sair:
diğer, başka, öteki.
Sâni-i Zülcelâl:
sonsuz büyük-
lük sahibi, her şeyi sanatla ya-
ratan Allah.
sübut:
sabit olma.
tabakat-ı vücut:
vücut taba-
kaları.
ünvan:
ad, isim.
Vacibü’l-Vücud:
varlığı zarurî
ve şart olan; varlığı gerekli olan
yokluğu düşünülemeyen; var-
lığı zatî, ezelî olup varlığı vü-
cut tabakalarının en sağlamı,
en kuvvetlisi ve en mükem-
meli olan Allah.
vacip:
gerekli, zorunlu.
vücud-i mümkinat:
var veya
yok olması eşit olup varlığı ve
yokluğu için Allah’ın tercihine
muhtaç olan şeyler; Allah’ın
dışındaki bütün varlıklar.
Vücud-i Vacip:
varlığı gerekli,
olmazsa olmaz olan Allah’ın
varlığı.
vücut:
varlık.
zaif:
zayıf, güçsüz, kuvvetsiz.
zatî:
zatın kendisinden olan,
kendine ait.
ziyadeleşmek:
artmak, çoğal-
mak.
Y
irminci
m
ekTup
| 422 | Mektubat
1.
En yüce sıfatlar Allah’ındır. (Nahl Suresi: 60.)