sanat ona o kadar musahhardır ki, güya emriyle, dokun-
masıyla işler oluyor, sanatlar vücuda geliyor.” öyle de,
kadîr-i zülcelâl’in kudretine karşı, eşyanın nihayet dere-
cede musahhariyet ve itaatine ve o kudretin nihayet
derecede külfetsiz ve sühuletle iş gördüğüne işareten,
(1)
o
¿ƒo
µ n
«n
a r
øo
c o
¬n
d n
?ƒo
?n
j r
¿n
G É k
Ä r
«°n
T n
OGn
Qn
G B Gn
P p
G = o
? o
ô r
en
G BÉ n
ªs
f p
G
ferman eder.
Şu hakikat-i uzmanın hadsiz esrarından beş sırrını, Beş
nüktede beyan edeceğiz.
Birincisi:
kudret-i İlâhiyeye nispeten en büyük şey,
en küçük şey kadar kolaydır. Bir nev’in umum efradıyla
icadı, bir fert kadar külfetsiz ve rahattır. Cenneti halk et-
mek, bir bahar kadar kolaydır. Bir baharı icat etmek, bir
çiçek kadar rahattır.
Şu sırrı izah ve ispat eden, haşre dair onuncu sözün
ahirinde, hem melâike ve beka-i ruh ve haşre dair Yirmi
dokuzuncu sözde haşir meselesinde, üçüncü esasın
beyanında zikredilen nuraniyet sırrı, şeffafiyet sırrı, mu-
kabele sırrı, muvazene sırrı, intizam sırrı, itaat sırrı, tecer-
rüt sırrı, altı temsil ile ispat edilerek gösterilmiştir ki, kud-
ret-i İlâhiyeye nispeten yıldızlar, zerreler gibi kolaydır;
hadsiz efrat, bir fert kadar külfetsiz ve rahatça icat edilir.
Madem o iki sözde bu altı sır ispat edilmiş; onlara hava-
le ederek, burada kısa keseriz.
İkincisi:
kudret-i İlâhiyeye nispeten her şey müsavi
olduğuna delil-i kàtı ve bürhan-ı sâtı şudur ki:
Mektubat | 415 |
Y
irminci
m
ekTup
tererek doğruyu ortaya koyma.
ispat:
delil ve şahit göstererek
doğruyu ortaya koyma.
itaat:
boyun eğme, emre uyma.
izah etme:
açıklama yapma.
kadîr-i Zülcelâl:
büyüklük sahibi
ve her şeye gücü yeten Allah.
kudret:
güç, kuvvet.
kudret-i İlâhiye:
Allah’ın kudreti,
Allah’ın bütün varlıkları kuşatan
sonsuz güç, kuvvet ve iktidarı.
külfet:
zahmet, sıkıntı, zorluk.
melâike:
melekler.
mukabele:
karşılık verme, karşı-
lama.
murat:
istek, arzu dilek.
musahhar:
boyun eğen, emir al-
tına giren.
musahhariyet:
emre boyun eğ-
me hâli.
muvazene:
denklik, denge.
müsavi:
eşit, denk.
nevi:
çeşit, tür.
nihayet:
son derece.
nispeten:
kıyasla, oranla.
nuraniyet:
aydınlık.
nükte:
herkesin anlayamadığı, an-
cak dikkat edildiğinde anlaşılan
ince mana.
sır:
gizli gerçek, İlâhî hikmet.
sühulet:
kolaylık.
şeffafiyet:
şeffaflık, saydamlık.
tecerrüt:
sıyrılma, her şeyden uzak
olma.
temsil:
misal getirme, örnek, ben-
zetme.
umum:
bütün.
vücuda gelmek:
var olmak, mey-
dana gelmek.
zerre:
maddenin en küçük parça-
sı, atom.
zikredilme:
anılma, bildirilme.
ahir:
son.
beka-i ruh:
ruhun ebedîliği,
sonsuzluğu, ölümsüzlüğü.
beyan etme:
anlatma, açıkla-
ma, bildirme.
bürhan-ı sâtı:
açık, apaçık olan
delil.
dair:
alâkalı, ait, ilgili.
delil-i kàtı:
kesin delil, kanıt.
efrat:
fertler, tek olanlar, bir-
ler.
esrar:
sırlar, gizli gerçekler.
ferman:
emir, buyruk.
fert:
şahıs; tek olan.
güya:
sanki.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat-i uzma:
en büyük ha-
kikat.
halk etmek:
yaratmak.
haşir:
kıyametten sonra bü-
tün insanların diriltilip bir ye-
re toplanmaları, Allah’ın, ölü-
leri diriltip mahşere çıkarma-
sı.
havale etmek:
bir işi veya bir
şeyi başka birine bırakmak.
icat edilmek:
vücuda getiril-
mek, yoktan yaratılmak.
icat etmek:
vücuda getirmek,
yoktan yaratmak.
intizam:
düzenli oluş, tertipli
olma.
ispat etme:
delil ve şahit gös-
1.
Bir şeyin olmasını murat ettiği zaman, Onun işi “Ol demektir; o da oluverir. (Yâsin Suresi:
82.)