memuru hükmüne geçer. Şu intisabı onu tecelliye maz-
har eder. Bu mazhariyet ve intisapla, nihayetsiz bir ilim
ve kudrete istinat eder. Hâlık’ının kuvvetiyle, milyonlar
defa kuvvet-i zatîsinden fazla işleri, vazifeleri, o intisap ve
istinat sırrıyla yapar.
İ
KİNCİ
T
eMsİL
:
Meselâ iki kardeş var. Birisi cesur,
kendine güvenir; diğeri hamiyetli, milliyetperverdir.
Bir muharebe zamanında, kendine güvenen adam dev-
lete intisap etmez, kendi başıyla iş görmek ister. kendi
kuvvetinin menbalarını belinde taşımaya mecbur olur.
teçhizatını, cephanelerini kendi kuvvetine göre çekme-
ye muztardır. o şahsî ve küçük kuvvet miktarınca, düş-
man ordusunun bir onbaşısıyla ancak mücadele eder; faz-
la bir şey elinden gelmez.
öteki kardeş kendine güvenmiyor ve kendisini âciz,
kuvvetsiz biliyor; padişaha intisap etti, askere kaydedildi.
o intisap ile, koca bir ordu ona nokta-i istinat oldu. Ve o
istinat ile, arkasında padişahın himmetiyle bir ordunun
manevî kuvveti tahşit edilebilir bir kuvve-i maneviye ile
harbe atıldı. tâ düşmanın mağlûp ordusu içindeki şahın
büyük bir müşirine rast geldi. kendi padişahı namına,
“seni esir ediyorum, gel” der, esir eder, getirir.
Şu hâlin sırrı ve hikmeti şudur ki:
evvelki başıbozuk, kendi menba-ı kuvvetini ve teçhiza-
tını kendisi taşımaya mecbur olduğu için, gayet cüz’î iş
görebilirdi. Şu memur ise, kendi kuvvetinin menbaını
âciz:
güçsüz, elinden bir şey gel-
meyen.
cephane:
mermi; savaş malzeme-
si.
cüz’î:
az, pek az.
gayet:
son derece.
Hâlık:
her şeyi yoktan var eden,
yaratıcı; Allah.
hamiyetli:
din, millet, bayrak, va-
tan gibi mukaddes değerleri ko-
ruma duygusu ve gayreti olan.
harp:
savaş.
hikmet:
gizli sebep; bilinmeyen
nokta.
himmet:
yardım; ciddî gayret gös-
terme, çalışma.
hükmüne geçmek:
yerine geç-
mek, gibi olmak.
Y
irminci
m
ekTup
| 432 | Mektubat
intisap:
bağlanma.
istinat:
dayanma.
kudret:
güç, kuvvet.
kuvve-i maneviye:
manevî
güç, moral.
kuvvet-i zatî:
şahsî güç; ken-
disinde var olan kuvvet, güç.
mağlûp:
yenilmiş.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
mazhar etme:
kavuşturma,
eriştirme; görünme yeri yap-
ma.
mazhariyet:
kavuşma,
şereflenme, elde etme, nail ol-
ma.
mecbur olmak:
bir işi yap-
mak zorunda kalma.
menba:
kaynak.
menba-ı kuvvet:
kuvvet kay-
nağı.
muharebe:
harp, savaş.
muztar:
çaresiz kalmış, bir şe-
yi yapmak zorunda kalmış.
mücadele etme:
savaşma, ça-
tışma.
müşir:
mareşal.
nihayetsiz:
sınırsız, sonsuz.
nokta-i istinat:
dayanak nok-
tası.
rast gelmek:
karşılaşmak.
sır:
anlaşılması zor, ince yan.
sırr-ı hikmet:
herkesin bilme-
diği gizli sebep.
şah:
padişah, sultan, hüküm-
dar.
şahsî:
kişisel, kişiye özel.
tahşit etme:
yığma, biriktir-
me; destekleme, yardım et-
me.
tecelli:
yansıma, görünme.
teçhizat:
cihazlar, donanım.
temsil:
örnek, benzetme.
vazife:
görev, iş.