öteki arkadaş ise, ya elli sene mütemadiyen gezecek
ve müşkülâtla her yeri görüp, her hâdiseyi işitecek; veya-
hut milyonlarla lirayı sarf edip, devletin tel ve telefon tem-
didatı kadar ve padişah gibi telgraf sahibi olacak. tâ, ev-
velki arkadaşı gibi o mükemmel eseri yapsın.
öyle de,
(1)
'
¤r
Yn
’r
G o
?n
ãn
Ÿr
G !n
h
, eğer hadsiz eşya ve mahlû-
kat Vahid-i ehade verilse, o vakit o irtibat ile her şey bi-
rer mazhar olur. o Şems-i ezelînin tecellisine mazhari-
yetle, kavanin-i hikmetine ve desatir-i ilmiyesine ve neva-
mis-i kudretine irtibat peyda eder. o vakit, havl ve kuv-
vet-i İlâhiye ile her şeyi görür bir gözü ve her yere bakar
bir yüzü ve her işe geçer bir sözü hükmünde bir cilve-i
rabbaniyeye mazhar olur. eğer o intisap kesilse, o şey,
bütün eşyadan dahi inkıta eder, cirmi kadar bir küçüklü-
ğe sığışır. o hâlde bir ulûhiyet-i mutlaka sahibi olmalı ki,
evvelki vaziyette gördüğü işleri görebilsin.
El hâ s ı l
: Vahdet ve iman yolunda, vücup derecesinde
bir sühulet ve kolaylık var; şirk ve esbapta imtina derece-
sinde müşkülât ve suubet var. Çünkü bir vahit, külfetsiz
olarak kesir eşyaya bir vaziyet verir ve bir neticeyi istihsal
eder. eğer o vaziyeti almayı ve o neticeyi istihsal etmeyi,
o eşya-i kesireye havale edilse, o vakit pek çok külfetle
ve pek çok hareketlerle ancak o vaziyet alınır ve o netice
istihsal edilir.
Meselâ, üçüncü Mektupta denildiği gibi, semavat mey-
danında, şems ve kamer kumandası altında yıldızlar
ordusunu harekete getirmekle, her gece ve her sene,
cilve-i Rabbaniye:
bütün varlık-
ları idare ve terbiye eden Allah’ın
kudret ve iradesinin cilvesi, yansı-
ması.
cirim:
cisim, hacim, kütle, vücut.
desatir-i ilmiye:
ilmin düsturları,
kuralları.
elhâsıl:
sonuç olarak, özetle.
esbap:
sebepler.
eşya-i kesîre:
pek çok eşya
hâdise:
olay.
hadsiz:
sınırsız.
havale:
bir işi veya bir şeyi başka
birine bırakma.
havl:
güç, kuvvet.
iman:
Allah’a inanma.
imtina:
imkânsızlık.
inkıta’ etme:
kesilme.
intisap:
bağlanma.
irtibat:
bir şeye bağlı olma, bağ-
lanma.
istihsal:
meydana getirme, elde
etme, üretme.
kamer:
ay.
kavanin-i hikmet:
hikmet kanun-
ları.
kesîr:
çok; çeşitli, türlü.
kuvvet-i İlâhiye:
İlâhî kuvvet; Al-
lah’ın kuvveti
külfet:
sıkıntı, zorluk.
mahlûkat:
yaratılmışlar, yaratık-
lar.
mazhar olma:
görünme yeri ol-
ma; kavuşma, erişme.
mazhariyet:
bir şeyin görün-
düğü yer olma; sahip olma,
nail olma.
müşkülât:
güçlükler, zorluk-
lar.
mütemadiyen:
sürekli olarak.
netice:
sonuç.
nevamis-i kudret:
kudret ka-
nunları.
peyda etme:
meydana gel-
me, ortaya çıkma.
sarf etme:
harcama.
semavat:
semalar, gökler.
suubet:
güçlük, zorluk.
sühulet:
kolaylık.
şems:
güneş.
Şems-i ezelî:
varlığının baş-
langıcı olmayan ve her şeyi
nurlandıran Cenab-ı Hak.
şirk:
Allah’a ortak koşma.
tecelli:
yansıma, görünme.
temdidat:
uzatmalar, devam
ettirmeler; uzanan hatlar.
ulûhiyet-i mutlaka:
hiçbir kay-
da ve şarta bağlı olmaksızın
sınırsız ilâhlık.
vahdet:
birlik.
Vahid-i ehad:
bir olan ve bir-
liği her bir şeyde ayrı ayrı gö-
rünen Allah.
vahit:
bir, tek.
vaziyet:
durum, hâl.
vücup:
varlığı gerekli olma,
gereklilik, zorunluluk.
Y
irminci
m
ekTup
| 434 | Mektubat
1.
En yüce sıfatlar Allah’ındır. (Nahl Suresi: 60.)