kitapları ve fermanlarıyla cenneti ve saadet-i ebediyeyi
nev-i beşerin ehl-i imanına vaat etmiştir. Madem vaat
etmiştir; elbette yapacaktır. Çünkü vaadinde hulf etmek,
ona muhaldir. Çünkü vaadini ifa etmemek, gayet çirkin
bir noksandır. kâmil-i Mutlak, noksandan münezzeh ve
mukaddestir. Vaat ettiğini yapmamak, ya cehlinden
veya aczinden yapamaz. Hâlbuki, o kadîr-i Mutlak ve
Alîm-i külli Şey hakkında, cehil ve acz muhal olduğun-
dan, hulf-i vaat dahi muhaldir.
Hem, başta Fahr-i Âlem Aleyhissalâtü Vesselâm ola-
rak bütün enbiya ve evliya ve asfiya ve ehl-i iman, müte-
madiyen o rahîm-i kerîm’den vaat ettiği saadet-i ebedi-
yeyi rica edip yalvarıyorlar ve niyaz edip istiyorlar.
Hem bütün esma-i Hüsna ile beraber istiyorlar. Çün-
kü, başta şefkati ve rahmeti, adaleti ve hikmeti ve rah-
man ve rahîm, Âdil ve Hakîm isimleri ve rububiyeti ve
saltanatı ve rab ve Allah isimleri gibi ekser esma-i Hüs-
nası, daire-i ahireti ve saadet-i ebediyeyi iktiza ve istilzam
ederler ve tahakkukuna şahadet ve delâlet ediyorlar. Bel-
ki, onuncu sözde ispat edildiği gibi, bütün mevcudat bü-
tün hakaikıyla dâr-ı ahirete işaret ediyorlar.
Hem, ferman-ı azam olan kur’ân-ı Hakîm, binler ayat
ve beyyinatıyla ve berahin-i sadıka-i kat’iyesiyle o haki-
kati gösteriyor ve talim ediyor. Ve nev-i beşerin mâbi-
hiliftiharı olan Habib-i ekrem, binler mu’cizat-ı bâhireye
istinat ederek, bütün hayatında, bütün kuvvetiyle o
acz:
âcizlik, güçsüzlük.
adalet:
her hak sahibine hakkının
tam ve eksiksiz verilmesi.
Âdil:
her hak sahibine hakkını ve-
ren, her zaman adaletle hükme-
den Allah.
aleyhissalâtü vesselâm:
salât ve
selâm onun üzerine olsun.
alîm-i külli Şey:
her şeyi bilen ve
her şey ilmi dahilinde olan Allah.
asfiya:
samimî, saf, tuttuğu yol
doğru olan takva sahibi kimseler.
ayat:
ayetler; işaretler, deliller.
berahin-i sadıka-i kat’iye:
kesin
ve dosdoğru deliller.
beyyinat:
açık deliller.
cehil:
cahillik, bilgisizlik.
daire-i ahiret:
ahiret yeri, ahiret
âlemi.
dâr-ı ahiret:
ahiret yeri, ahiret
yurdu.
delâlet:
delil olma, gösterme.
ehl-i iman:
inananlar, iman sa-
hipleri.
ekser:
pek çok.
enbiya:
nebîler, peygamberler.
esma-i Hüsna:
Allah’ın güzel isim-
leri.
Fahr-i Âlem:
âlemin kendisiyle
övündüğü Peygamberimiz Hz. Mu-
hammed.
ferman:
emir, buyruk.
ferman-ı azam:
en büyük fer-
man, emir, buyruk.
Habib-i ekrem:
Allah’ın en cö-
mert ve sevgili kulu olan Hz. Mu-
hammed.
hakaik:
hakikatler, gerçekler; asıl
ve esaslar.
Hakîm:
her şeyi bir maksatla uy-
gun ve hikmetle yaratan, hikmet
sahibi Allah.
hikmet:
herkesin bilmediği gizli
sebep, İlâhî gaye; yerli yerinde,
faydalı ve anlamlı oluş.
hulf etmek:
caymak, vazgeçmek.
hulf-i vaat:
sözden dönme.
ifa etmeme:
yerine getirmeme.
iktiza etme:
gerektirme.
ispat:
kanıtlama.
istilzam etme:
lüzumlu kılma, ge-
rektirme.
istinat etme:
dayanma.
kadîr-i Mutlak:
hiç bir kayıt ve
şarta tâbi olmaksızın her şeye gü-
cü yeten sonsuz kudret sahibi, Al-
lah.
kâmil-i Mutlak:
sınırsız mükem-
mellik ve kusursuzluğun sahibi Al-
lah.
kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve su-
resinde sayısız hikmet ve fayda-
lar bulunan Kur’ân.
Y
irminci
m
ekTup
| 428 | Mektubat
mâbihiliftihar:
iftihar vesilesi,
övünç kaynağı.
mevcudat:
varlıklar.
mu’cizat-ı bâhire:
apaçık
mu’cizeler.
muhal:
imkânsız.
mukaddes:
kutsal, her türlü
kusur ve noksandan uzak.
münezzeh:
uzak, arınmış, te-
miz.
mütemadiyen:
sürekli olarak.
nev-i beşer:
insan türü, in-
sanlık.
niyaz:
dua, yalvarma.
noksan:
eksiklik.
Rab:
her varlığa ihtiyaçlarını
veren, yetiştiren, sevk, idare
ve terbiye eden Allah.
Rahîm:
merhametli, acıyan,
acıyıp esirgeyen Allah.
Rahîm-i kerîm:
ikramı bol
olan ve kullarına çok çok mer-
hamet eden Allah.
Rahman:
rahmeti bütün her-
kese yayılan ve bütün yaratıl-
mışların rızıklarını ve geçim
şekillerini içine alan rahmetin
sahibi Allah.
rahmet:
acıma, merhamet et-
me, esirgeme, bağışlama.
rububiyet:
Cenab-ı Allah’ın her
zaman, her yerde, her mahlû-
ka muhtaç olduğu şeyleri ver-
mesi, onları idare ve terbiye
etmesi sıfatı.
saadet-i ebediye:
sonsuz mut-
luluk.
şahadet:
şahitlik, tanıklık.
şefkat:
acıyarak ve esirgeye-
rek sevme, içten ve karşılıksız
merhamet, karşılık bekleme-
den yardım etme.
tahakkuk:
gerçekleşme.
talim etme:
öğretme, yetiş-
tirme, eğitme.