YirmiBirinciMektup
(2)
/
?p
ór
ªn
ëp
H o
íp
q
Ñ°n
ùo
j s
’p
G m
Ar
?n
T r
øp
e r
¿p
Gn
h
|}
(1)
o
¬n
fÉn
ër
Ñ°o
S /
¬p
ª°r
SÉp
H
W
x
±o
G Én
ªo
¡ n
d r
?o
?n
J n
Ón
a Én
ªo
gn
Óp
c
r
hn
G BÉ n
ªo
go
ón
Mn
G n
ôn
Ñp
µ
r
dG n
?n
ór
æp
Y s
øn
¨ o
?r
Ñn
j És
ep
G
u
?t
òdG n
ìÉn
æn
L Én
ªo
¡ n
d r
¢†p
Ør
NGn
h @ Ék
Á/
ôn
c k
’r
ƒn
b Én
ªo
¡n
d r
?o
bn
h Én
ªo
gr
ôn
¡r
æn
J n
’n
h
o
º n
?r
Yn
G r
ºo
µ t
H n
Q @ Gk
Ò/
¨n
°U /
ÊÉn
«s
Hn
Q Én
ªn
c Én
ªo
¡r
ªn
Mr
QG u
Ün
Q r
?o
bn
h p
án
ªr
Ms
ôdG n
øp
e
(3)
@ Gk
Qƒo
Øn
Z n
Ú/
HGs
hn
Ór
``p
d n
¿Én
c o
¬s
fp
Én
a n
Ú/
ëp
dÉn
°U Gƒo
fƒo
µn
J r
¿p
G r
ºo
µp
°Sƒo
Øo
f/
‘
Én
ªp
H
E
yHANESİNDE
ihtiyar bir valide veya pederi veya
akrabasından veya iman kardeşlerinden bir amelmande
veya âciz, alil bir şahıs bulunan gafil! Şu ayet-i kerîmeye
dikkat et, bak: nasıl ki bir ayette, beş tabaka ayrı ayrı su-
rette, ihtiyar valideyne şefkati celp ediyor!
evet, dünyada en yüksek hakikat, peder ve validelerin
evlâtlarına karşı şefkatleridir. Ve en âlî hukuk dahi, onla-
rın o şefkatlerine mukabil hürmet haklarıdır. Çünkü on-
lar, hayatlarını kemal-i lezzetle evlâtlarının hayatı için fe-
da edip sarf ediyorlar. öyle ise, insaniyeti sukut etmemiş
ve canavara inkılâp etmemiş her bir velet, o muhterem,
celp etme:
çekme, çekiş.
evlât:
çocuklar.
feda:
uğruna verme, harcama.
gafil:
gaflette bulunan, ihmal
eden, dikkatsiz, dalgın.
hak:
doğru, gerçek.
hakikat:
gerçek, hayalî olmayan.
haklar:
hukuka uygun olan.
hane:
ev, mesken.
hukuk:
haklar, esaslar, kurallar
hürmet:
saygı.
iman:
inanmak, itikat.
inkılâp etme:
dönüşüm, dönüş-
me.
insaniyet:
insanlık.
kemal-i lezzet:
lezzetin mükem-
melliği, tam ve mükemmel lez-
zet.
kusur:
eksiklik, noksan.
merhamet:
acımak, şefkat gös-
termek, korumak, iyilik etmek.
muhakkak:
doğruluğu kesinlik
kazanmış, şüphesiz.
muhterem:
saygı değer.
mukabil:
karşı, karşılık olarak.
noksan:
eksiklik, azlık.
peder:
baba, ata.
Rab:
efendi, her şeyin sahibi, ya-
ratan, büyüten, terbiye eden Al-
lah.
Rahîm:
merhamet eden, bağışla-
yan, şefkatle koruyan Allah.
Rahman:
ister mü’min, ister kâfir,
ister iyi isterse kötü olsun; rah-
meti bütün herkese yayılan ve
bütün yaratılmışların rızıklarını ve
geçim şekillerini içine alan rah-
metin sahibi Allah.
salih:
iyi, dindar, faziletli, Allah
korkusuyla yaşayan.
sarf:
harcama, kullanma.
sukut etme:
düşme, kaybetme.
suret:
biçim, görünüş, tarz.
şahıs:
kişi, kimse, insan.
şefkat:
içten ve karşılıksız mer-
hamet, sevgi.
tabaka:
sınıf, derece, basamak.
tenzih:
Allah’ı, her türlü eksik ve
noksandan uzak ve yüce tutma,
münezzeh sayma.
tesbih:
Allah’ı bütün kusur ve
noksan sıfatlardan uzak tutma.
tevazu:
alçak gönüllülük.
valide:
ana, anne.
valideyn:
anne, baba.
velet:
çocuk, evlât.
âciz:
güçsüz, zavallı, zayıf.
âlî:
yüce, yüksek.
alil:
hasta, hastalıklı.
amelmande:
iş göremez du-
rumda olan, veya sakat insan.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümle-
si.
ayet-i kerîme:
Kur’ân’ın aye-
ti; azamet ve şerefi olan ayet.
1.
Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın adıyla.
2.
Hiçbir şey yoktur ki Onu övüp Onu tesbih etmesin. (İsra Suresi: 44.)
3.
Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. • Anne ve babadan biri veya her ikisi senin yanında
ihtiyarlık çağına erişecek olursa, onlara sakın “öf” bile deme, onları azarlama, onlara güzel
söz söyle. • Onlara merhamet ve tevazu kanadını ger ve de ki: “Ey Rabbim, nasıl onlar beni
küçükken besleyip büyüttülerse, Sen de onlara öylece merhamet buyur.” • Sizin içinizde
olanı Rabbiniz hakkıyla bilir. Eğer siz salih kimseler olursanız, muhakkak ki O kendisine
yönelenler için çok bağışlayıcıdır. (İsra Suresi: 23-25.)
Mektubat | 437 |
Y
irmi
B
irinci
m
ekTup