darılıp, küsüp, o mü’minin akrabasına adavetini teşmil
etmek,
(1)
l
?ƒo
?n
¶n
d n
¿Én
°ùr
f p
’r
G s
¿ p
G
sîga-i mübalâğa ile gayet azîm
bir zulüm ettiğini, hakikat ve şeriat ve hikmet-i İslâmiye
sana ihtar ettiği hâlde, nasıl kendini haklı bulursun, “Be-
nim hakkım var” dersin?
Hakikat nazarında sebeb-i adavet ve şer olan fenalık-
lar, şer ve toprak gibi kesiftir; başkasına sirayet ve in’ikâs
etmemek gerektir. Başkası ondan ders alıp şer işlese, o
başka meseledir. Muhabbetin esbabı olan iyilikler, mu-
habbet gibi nurdur; sirayet ve in’ikâs etmek, şe’nidir. Ve
ondandır ki, “dostun dostu, dosttur” sözü, durub-i emsal
sırasına geçmiştir. Hem onun içindir ki, “Bir göz hatırı
için çok gözler sevilir” sözü umumun lisanında gezer.
İşte ey insafsız adam! Hakikat böyle gördüğü hâlde,
sevmediğin bir adamın sevimli, masum bir kardeşine ve
taallûkatına adavet etmek ne kadar hilâf-ı hakikat oldu-
ğunu, hakikatbin isen anlarsın.
Dördüncü Vecih
Hayat-ışahsiyenazarındadahizulümdür.
Şu dördüncü Vechin esası olarak, birkaç düsturu din-
le:
Bi r inc i s i
: sen mesleğini ve efkârını hak bildiğin va-
kit, “Mesleğim haktır veya daha güzeldir” demeye hak-
kın var. Fakat, “Yalnız hak benim mesleğimdir” demeye
hakkın yoktur.
adavet:
düşmanlık, husumet.
azîm:
büyük.
durub-i emsal:
atasözler, meşhur
sözler.
düstur:
kural, prensip.
efkâr:
düşünceler, fikirler, görüş-
ler.
esbap:
nedenler, sebepler.
fena:
kötü, iyi olmayan, uygun-
suz.
gayet:
nihayet, son derece.
hak:
doğru, gerçek.
hakikat:
gerçek, bir şeyin aslı
esası.
hakikatbin:
hakikati gören, ger-
çeği gören.
hatır:
saygınlık.
hayat-ı şahsiye:
kişisel hayat,
özel yaşam.
hikmet-i İslâmiye:
İslâm’ın gö-
zettiği fayda, İslâmiyetin amacı.
hilâf-ı hakikat:
gerçeğe zıt.
ihtar:
hatırlatma, uyarma.
in’ikâs etmek:
yansıtmak,
aksetmek.
insaf:
hakkı ve adaleti düşü-
nerek davranma.
keşif:
kaba, yoğun, şeffaf ol-
mayan.
lisan:
konuşma dili.
masum:
günahı, kötülüğü ol-
mayan, suçsuz.
muhabbet:
sevgi.
mü’min:
iman eden, inanan.
nazar:
görüş, bakış.
nur:
aydınlık, ışık,
sebeb-i adavet:
düşmanlık
sebebi.
sîga-i mübalâğa:
abartı kipi,
mübalâğa sîgası; bir şeyin
pek mühim veya çok fazla ol-
duğunu ifade eden kelime
hâli, kip.
sirayet:
geçme, bulaşma, ya-
yılma.
şe’n:
hâl, durum, belirleyici,
özellik,
şer:
kötülük, fenalık.
şeriat:
Allah tarafından bildi-
rilen hükümlerin hepsi, din,
İslâmiyet.
taallûkat:
yakınlar, akrabalar.
teşmil etmek:
yaymak, ge-
nişletmek.
umum:
bütün, genel.
vecih:
yön, taraf.
zulüm:
haksızlık, eziyet.
1.
Muhakkak ki insan çok zalimdir. (İbrahim Suresi: 34.)
Y
irmi
i
kinci
m
ekTup
| 446 | Mektubat