cihetinde kerîmdir. evet, fena bir adama “İyisin, iyisin”
desen iyileşmesi ve iyi adama “Fenasın, fenasın” desen
fenalaşması çok vuku’ bulur. öyle ise,
(1)
@ É k
eG n
ô p
c
Gh t
ôn
e p
ƒr
¨s
?dÉp
H Gh t
ôn
e Gn
P p
Gn
h
(2)
@ l
º«/
Mn
Q l
Qƒo
Øn
Z *G s
¿p
Én
a Gh o
ôp
Ør
¨n
Jn
h Gƒo
ën
Ø°r
ün
Jn
h Gƒo
Ør
©n
J r
¿p
Gn
h
gibi desatir-i kudsiye-i kur’âniyeye kulak ver. saadet ve
selâmet ondadır.
Dör düncüDüs tur
: ehl-i kin ve adavet, hem nefsi-
ne, hem mü’min kardeşine, hem rahmet-i İlâhiyeye zul-
meder, tecavüz eder. Çünkü, kin ve adavet ile nefsini bir
azab-ı elîmde bırakır. Hasmına gelen nimetlerden azabı
ve korkusundan gelen elemi nefsine çektirir, nefsine zul-
meder.
eğer adavet hasetten gelse, o bütün bütün azaptır.
Çünkü, haset evvelâ hasidi ezer, mahveder, yandırır.
Mahsut hakkında zararı ya azdır veya yoktur.
Hasedinçaresi
:
Hasit adam, haset ettiği şeylerin akı-
betini düşünsün. tâ anlasın ki, rakibinde olan dünyevî hü-
sün ve kuvvet ve mertebe ve servet fânîdir, muvakkattır;
faydası az, zahmeti çoktur. eğer uhrevî meziyetler ise, za-
ten onlarda haset olamaz. eğer onlarda dahi haset yap-
sa, ya kendisi riyakârdır; ahiret malını dünyada mahvet-
mek ister. Veyahut mahsudu riyakâr zanneder, haksızlık
eder, zulmeder.
Hem, ona gelen musibetlerden memnun ve nimet-
lerden mahzun olup, kader ve rahmet-i İlâhiyeye, onun
adavet:
düşmanlık, kin.
ahiret:
öbür dünya, öteki dünya.
akıbet:
sonuç, netice.
azab-ı elîm:
acı ve ıztırap veren
azap.
azap:
ceza, şiddetli acı.
azmak:
kötülüğü artmak.
cihet:
yön, taraf.
desatir-i kudsiye-i kur’âniye:
Kur’ân’ın kudsî düsturları, pren-
sipleri.
dünyevî:
dünya ile ilgili.
düstur:
kural, prensip, esas.
ehl-i kin:
kin güdenler.
elem:
üzüntü, kaygı, tasa.
faide:
fayda, kâr, kazanç.
fânî:
ölümlü, geçici.
fena:
kötü.
haset:
kıskançlık, çekemezlik.
hasım:
düşman.
hasit:
haset eden, kıskanan.
hüsün:
güzellik.
izzet:
değer, itibar, şeref.
kader:
Cenab-ı Hakkın ezelî ilmi
ile, kâinatta olmuş ve olacak bü-
tün şeylerin varlık ve yokluğunu,
geçmiş ve geleceğini bilmesi,
plânlaması, takdir etmesi.
kerîm:
şerefli, cömert, ikram sa-
hibi.
kin:
gizli düşmanlık.
kusur:
eksiklik, ayıp, kabahat.
merhamet etmek:
acımak, şef-
kat göstermek, korumak, bağışla-
mak.
mahsut:
haset edilen, kıskanılan.
mahv:
yok etme, silme.
mahvetmek:
yok etmek, dağıt-
mak, düzeni bozmak.
mahzun:
kaygılı, dertli, üzüntülü.
memnun:
hoşnut, razı, sevinçli.
mertebe:
derece, basamak.
meziyet:
bir kişiyi başkalarından
ayıran belirgin özellik.
muhafaza etmek:
korumak, sak-
lamak.
musibet:
felâket, sıkıntı.
muvakkat:
süresiz, geçici.
mü’min:
iman eden, inanan.
nefis:
insanın kendisi; kötü
vasıfları, nitelikleri kendisinde
toplayan, kötülüğe sevk
eden, şehevî istekleri kamçı-
layıp hayırlı işlerden alıkoyan
güç.
nefsine zulmetmek:
kendine
zulmetmek, eziyet etmek.
nimet:
iyilik, lütuf, ihsan, ba-
ğış.
rahmet-i İlâhiye:
Allah’ın her
şeyi kuşatan sonsuz rahmeti.
rakip:
birine karşıt olmak.
riyakâr:
gösterişçi, iki yüzlü.
saadet:
mutluluk, huzur.
selâmet:
esenlik, güven.
servet:
zenginlik, varlık.
şeref:
manevî büyüklük,
onur.
tecavüz:
haddini aşma.
uhrevî:
ahirete ait, ahiret âle-
miyle ilgili.
vuku:
meydana gelme.
zahmet:
sıkıntı, zor, güç.
zan:
zannetme, sanma.
zulüm:
haksızlık, adaletsizlik;
eziyet.
1.
Boş sözlerle, çirkin davranışlarla karşılaştıkları zaman, izzet ve şereflerini muhafaza ederek
oradan geçip giderler. (Furkan Suresi: 72.)
2.
Eğer onları affeder, kusurlarına bakmaz ve bağışlarsanız, şüphesiz ki Allah da çok bağışla-
yıcı ve çok merhamet edicidir. (Tegabün Suresi: 14.)
Y
irmi
i
kinci
m
ekTup
| 448 | Mektubat