hakkında ettiği iyiliklerden küsüyor. Âdeta kaderi tenkit
ve rahmete itiraz ediyor.
Kaderitenkiteden,başınıörse
vurur,kırar;rahmeteitirazeden,rahmettenmahrum
kalır.
Acaba, bir gün adavete değmeyen bir şeye bir sene
kin ve adavetle mukabele etmeyi hangi insaf kabul eder;
bozulmamış hangi vicdana sığar?
Hâlbuki, mü’min kardeşinden sana gelen bir fenalığı
bütün bütün ona verip onu mahkûm edemezsin. Çünkü,
Evvelâ
: kaderin onda bir hissesi var. onu çıkarıp, o
kader ve kaza hissesine karşı rıza ile mukabele etmek ge-
rektir.
Saniyen
: nefis ve şeytanın hissesini de ayırıp, o ada-
ma adavet değil, belki nefsine mağlûp olduğundan, acı-
mak ve nedamet edeceğini beklemek.
Salisen
: sen kendi nefsinde görmediğin veya görmek
istemediğin kusurunu gör, bir hisse de ona ver.
sonra, bakî kalan küçük bir hisseye karşı, en selâmet-
li ve en çabuk hasmını mağlûp edecek af ve safh ile ve
ulüvvücenaplıkla mukabele etsen, zulümden ve zarardan
kurtulursun. Yoksa, sarhoş ve divane olan ve şişeleri ve
buz parçalarını elmas fiyatıyla alan cevherci bir Yahudi
gibi, beş paraya değmeyen fânî, zail, muvakkat, ehem-
miyetsiz umur-i dünyeviyeye, güya ebedî dünyada durup
ebedî beraber kalacak gibi şedit bir hırs ile ve daimî bir
kin ile, mütemadiyen bir adavetle mukabele etmek,
vermek, karşılamak.
muvakkat:
süresiz, geçici.
mü’min:
iman eden, inanan.
mütemadiyen:
sürekli olarak,
devamlı.
nedamet etmek:
pişmanlık duy-
mak.
nefis:
insanın kendisi, kötü vasıf-
ları, nitelikleri kendisinde topla-
yan, kötülüğe sevk eden, şehevî
istekleri kamçılayıp hayırlı işler-
den alıkoyan güç, duygu.
rahmet:
acıma, merhamet etme,
esirgeme, bağışlama, şefkat gös-
terme.
rıza:
hoşnutluk, memnunluk.
safh:
bağışlama, hoş karşılama.
salisen:
üçüncü olarak.
saniyen:
ikinci olarak.
selâmet:
eminlik; korku ve endi-
şeden uzak olma, kurtuluş, esen-
lik.
şedit:
şiddetli, sert.
tenkit:
eleştirme, eleştiri.
ulüvvücenap:
alicenaplık, kerem
ve cömertlik.
umur-i dünyeviye:
dünya işleri.
vicdan:
iyiyi kötüden, hayrı şer-
den ayırt etmeye yardımcı olan
ahlâkî duygu.
zail:
zeval bulan, sona eren.
zulüm:
haksızlık, adaletsizlik.
adavet:
düşmanlık, kin.
âdeta:
sanki, düpedüz.
af ve safh:
af ve bağışlama.
bakî kalan:
artakalan.
başını örse vurmak:
kendini
zor duruma düşürmek, başını
belâya sokmak.
cevher:
esas, maya, öz, hü-
ner, marifet.
daimî:
sürekli, devamlı.
divane:
deli, budala.
ebedî:
sonsuz, sürekli.
ehemmiyet:
pek önemli ol-
ma, değerlilik.
elmas:
çok kıymetli bir mü-
cevher.
fânî:
ölümlü.
fena:
kötü.
güya:
sanki, sözde.
hasım:
düşman.
hırs:
kızgınlık, öfke.
hisse:
pay, nasip, kısmet.
insaf etmek:
vicdan, hakkı ve
adaleti gözeterek davranma.
itiraz etme:
karşı çıkma.
kader:
Cenab-ı Hakkın ezelî
ilmi ile, kâinatta olmuş ve
olacak bütün şeylerin varlık
ve yokluğunu, geçmiş ve ge-
leceğini bilmesi, takdir ve
plânlaması.
kaza:
olacağı Cenab-ı Hak ta-
rafından bilinen ve takdir olu-
nan şeylerin zamanı gelince
yaratılması, her konuda Al-
lah’ın hükmünün yürümesi.
kin:
gizli düşmanlık.
kusur:
eksiklik, ayıp, suç, his-
se: pay.
mağlûp:
yenilmiş, yenilme.
mahkûm etmek:
hükmet-
mek, cezalandırmak.
mahrum:
bir şeye sahip ola-
mayan, yoksun.
mukabele etmek:
karşılık
Mektubat | 449 |
Y
irmi
i
kinci
m
ekTup