Mektubat - page 459

İkinci adam, güya bir hakkı varmış gibi ve herkes ona
hürmet etmeye mecbur imiş gibi, mağrurâne der ki:
“Bana en yukarı iskemleyi vermeli.” o hırs ile girer, gö-
zünü yukarı mevkileri diker, onlara gitmek ister. Fakat
divanhane sahibi onu geri döndürüp aşağı oturtur. ona
teşekkür lâzımken, teşekküre bedel kalbinden kızıyor.
teşekkür değil, bilakis hane sahibini tenkit ediyor. Hane
sahibi de ondan istiskal ediyor.
Birinci adam mütevaziâne giriyor, en aşağıdaki iskem-
leye oturmak istiyor. onun o kanaati, divanhane sahibi-
nin hoşuna gidiyor. “daha yukarı iskemleye buyurun”
der. o da gittikçe teşekküratını ziyadeleştirir, memnuni-
yeti tezayüt eder.
İşte, dünya bir divanhane-i rahman’dır. zemin yüzü
bir sofra-i rahmettir. derecat-ı erzak ve meratib-i nimet
dahi iskemleler hükmündedir.
Hem, en cüz’î işlerde de herkes hırsın suitesirini his-
sedebilir.
Meselâ, iki dilenci bir şey istedikleri vakit, hırs ile ilhah
eden dilenciden istiskal edip vermemek, diğer sakin di-
lenciye merhamet edip vermek, herkes kalbinde hisse-
der.
Hem meselâ, gecede uykun kaçmış; sen yatmak iste-
sen, lâkayt kalsan, uykun gelebilir. eğer hırs ile uyku is-
tesen, “Aman yatayım, aman yatayım” dersen, bütün
bütün uykunu kaçırırsın.
rası, bağış ve ihsan.
suitesir:
kötü tesir, etki.
tenkit:
eleştirme, eleştiri.
teşekkürat:
teşekkürler, mem-
nuniyet ifade etmeler.
tezayüt etme:
çoğalma, artma.
zemin:
yer; yeryüzü.
ziyade:
çok, fazla.
bedel:
değer, karşılık.
bilakis:
aksine, tam tersine
olarak.
cüz’î:
az, parçaya ait olan,
pek az.
derecat-ı erzak:
rızıkların de-
receleri, basamakları.
divanhane:
kabul salonu, ge-
niş büyük salon.
divanhane-i Rahman:
rah-
met ve şefkati sınırsız olan,
Allah’ın geniş salonu, yeryü-
zü.
güya:
söyleyen, konuşan.
hak:
doğru; pay, hisse.
hane:
ev, mesken.
hırs:
aç gözlülük, aşırı istekli-
lik.
hükmünde:
yerinde, değerin-
de.
hürmet:
ihtiram, saygı.
ilhah:
ısrar etme.
iskemle:
oturak.
istiskal:
soğuk davranışlarla
hoşlanmadığını belli etme.
kanaat:
kısmetine razı olma,
yetinme.
lâkayt:
karışmayan, ilgisiz.
lâzım:
gerekli, lüzumlu.
mağrurâne:
gururlanarak.
mecbur:
bir işi yapmak zo-
runda kalmış.
memnuniyet:
memnunluk,
sevinçli oluş.
meratib-i nimet:
nimet dere-
celeri.
merhamet:
acımak, şefkat
göstermek, korumak, iyilik
etmek.
meselâ:
misal olarak, söz ge-
lişi.
mevki:
yer.
mütevaziâne:
alçak gönüllü-
lükle.
sofra-i rahmet:
rahmet sof-
Mektubat | 459 |
Y
irmi
i
kinci
m
ekTup
1...,449,450,451,452,453,454,455,456,457,458 460,461,462,463,464,465,466,467,468,469,...1086
Powered by FlippingBook