ediyor, zulmü ile telezzüz ediyor, sıkılmayarak aşikâre bir
surette işliyor.
İşte bu mahsus maddelerde, garazsız ve sırf hak ve
maslahat için gıybet caiz olabilir. Yoksa, gıybet, nasıl
ateş odunu yer, bitirir; gıybet dahi a’mal-i salihayı yer,
bitirir.
eğer gıybet etti veyahut isteyerek dinledi; o vakit,
(1)
o
?Én
æ r
Ñn
à r
ZG p
øn
ªp
dn
h Én
æn
d r
ôp
Ør
ZG s
ºo
¡
s
?dn
G
demeli, sonra gıybet edilen
adama ne vakit rast gelse, “Beni helâl et” demeli.
(2)
?
p
bÉn
Ñr
dG n
ƒo
g»
p
bÉn
Ñr
dn
G
Sa i d Nu r s î
®
eden iş, faydalı davranış, barış.
rast gelmek:
bir kimse ile karşı-
laşmak.
sırf:
ancak, yalnız.
suret:
biçim, görünüş.
telezzüz:
lezzet, hoşlanma.
zulüm:
haksızlık, eziyet, adalet-
sizlik.
a’mal-i saliha:
salih ameller,
Allah’ın rızasına uygun yapıl-
mış iyi ve hayırlı işler.
aşikâre:
apaçık.
bâkî:
yok olmayan, sürekli ve
kalıcı olan, bütün varlıklar
yok olurken yok olmayan ve
bütün varlıklar yok olduktan
sonra da zatıyla var olacak
olan tek varlık; Allah.
caiz:
yapılmasında sakınca ol-
mayan.
garazsız:
düşmanlık besle-
meyen, garazı olmayan.
gıybet:
dedikodu, arkadan
çekiştirme, kötüleme.
hak:
doğru, gerçek.
helâl etmek:
bağışlamak, af-
fetmek.
mahsus:
özel.
maslahat:
yerine göre icap
1.
Allah’ım, bizi ve gıybet ettiğimiz kişiyi bağışla. (Süyutî, Fethu’l-Kebir, 1:84.)
2.
Bâkî olan ancak Allah’tır.
Mektubat | 467 |
Y
irmi
i
kinci
m
ekTup